10 May 2013

Ekonomik Krizler Kuramı - Henryk Grossman

Yazar: Henryk Grossman
Yazılma: 1919
İlk Yayınlanma: 1922
Kaynak: Henryk Grossman ‘Ekonomik Krizler Kuramı’ Bulletin International de l’Académie Polonaise des Sciences et des Lettres. Classe de Philologie. Classe d’Histoire et de Philosophie. I Partie.Les Années 1919, 1920, 1922, Kraków, pp. 285-290;
Yazım/Biçimlendirme: Rick Kuhn, Steve Palmer;
Düzeltme: Steve Palmer;
Copyleft: Internet Archive (marxists.org) 2005. Bu belgenin kopyalanması ve/veya dağıtılması izni Creative Commons Lisansı koşulları altında verilmiştir.
Çeviri Kaynak:http://marxists.org/archive/grossman/1922/crises/index.htm
Çeviri: MEP Çeviri Kolektifi

Bu metin temel Marksist kavramlar için bazı alışılmadık terimler kullanmaktadır:

hausse = boom = canlanma
process of making pay = valorisation process = değerlenme süreci
process of work = labor process = emek süreci
super-production = surplus value = artı değer
super-production of tonnage = overproduction of tonnage = aşırı tonaj üretimi

Dr. HENRYK GROSSMAN: Teorja kryzysów gospodarczych (Ekonomik Krizler Kuramı)
16 Haziran 1919 tarihli buluşma

Kapitalist ekonomi mekanizmasında krizler, belirli değerde olan belirli miktardaki ( m ) malın bu mekanizmanın sınırları içerisinde satılamaması durumunda oluşur. Krizlere ilişkin sunulan mesele, krizleri koşullandıran etkenleri belirlemek ve özellikle krizlerin var olan ekonomik düzenin tam da doğasından mı kaynakladığının, veya önemsiz ve tesadüfi etkilerden mi kaynaklandığının aslını anlamaktan oluşuyor. Yüzyılı aşkın bir sonuçsuz tartışma süreci, sadece kuramsal düşüncelere dayandırıldığı içindir ki, problemin bir çok araştırmacısını tarihsel yöntemi denemeye teşvik etmiştir: kuramsal açıklamanın anahtarı deneyimin gerçekliğinin mümkün olduğunca ayrıntılandırılmış açıklamalarında aranmıştır. Bu eğilime karşıt olarak, bu satırların yazarı saf deneyciliğin –konuyla ilgisi olmayan deneyler- terkedilmesi ve mantıksal yapıların denenmesi gerektiği düşüncesindedir. Kütlelerin düşüşünü araştıran bir fizikçinin havanın tesadüfi ve dışsal etkilerini dışlama arzusu içinde kütlelerin boşluktaki düşüşünü yapay olarak yaratılmış koşullar altında incelediği gibi; krizlerin, incelenen ekonomik düzeneğin özünden mi kaynaklandığı sorusu da, bu düzeneği dış piyasaların karıştırıcı etkiler içeren düşüncelerinden bağımsız kıldığımız anda ve bu krizleri kendisi için varolmuş gibi, sanki boşluktaymışçasına incelediğimiz anda açıklanabilir. Yöntembilimsel düşüncelerin dışında, bu pozisyon ayrıca bir hipotezin sadece içsel özelliklerinin tarafsız bir analiziyle önerilir. Bu hipotez, kapitalist düzeneğin sınırları içerisinde yıllık üretimin toplam değerini satmanın imkansızlığını kurarken, kapitalist olmayan yabancı pazarların varlığını 'artı değer'in (m) gerçekleşmesi için vazgeçilmez bir koşul olarak görür. Yabancı pazarlar hipotezi kurgusal çözümlere yol açtığından, öncesinde m 'nin gerçekleşmesinin kapitalist düzenek içerisinde yer almaya bağlı olduğu varsayılmalıdır, ve daha ileri bir inceleme bu gerçekleşmenin olası olduğu koşulları saptamaya kalkışır. Ücretli emeğe dayalı bir ekonomik sistemdeki toplumsal üretimin kırılmış zinciri şematik olarak şu şekilde gösterilebilir: Üreticiler üretime yatırım yapar, yıl boyunca, c harfiyle gösterilebilen bir reel sermaye miktarı - üretimin araçları, binalar, ham maddeler vb. gibi - ve bu sermaye toplamına ek olarak v harfiyle gösterilebilen işçilerin ücret giderleri vardır ve böylece P = c + v + p yıllık üretimini elde ederler, burada p elde etmedikleri takdirde üretime devam etmeyecekleri ortalama kâr miktarını göstermektedir. Basitleştirmek adına, sermayenin bir yıllık üretim boyunca bütünüyle kullanıldığını ve gelecek yıldaki üretimin kesintiye uğramaması için yıllık olarak yenilenmesi gerektiğini kabul edelim. c = 4000, v = 1000, P = 6000 olduğunu kabul edersek p için 1000 elde ederiz. Yukarıdaki varsayıma göre kapitalist, P = 6000 değerinden, reel sermayenin ( c ) yenilenmesi için hesaptan 4000 düşmekle yükümlüdür, böylece kalan ortak gelir miktarı v = 1000 işçilerin elinde ve p = 1000 işverenlerin elinde olacak şekilde 2000'dir. Doğrudan geliri olan bu iki sınıfın dışında başka sınıfların olmadığını varsayıyoruz: avukatlar, doktorlar, sanatçılar, memurlar, vb. gibilerin gelirleri yukarıda belirtilen iki temel sınıfın herhangi birisinin gelirleri altında gruplanabilir. Eğer kapitalist p değerini tümüyle tüketirse, toplumsal üretim yıldan yıla aynı çizgi üzerinde devam edecektir, bu durumda biz doğrudan yeniden üretimle (çn. basit yeniden üretim) karşı karşıyayızdır. Fakat deneyimler bize yeniden üretimin büyüdüğünü göstermektedir, bunun anlamı üreticilerin p 'nin sadece bir parçasını tüketmesi durumunda (örneğin 600 birim tüketsin ve bu tüketilen miktarı k olarak adlandıralım, halbuki p kârının kalan kısmı 400 birimdir, ve bunu da birikimin katsayısı ( m ) olarak adlandıralım) gelinen nokta, üretim araçlarının genişletilmesi olarak hizmet eder. Deneyimler üretim ölçeğindeki genişlemenin periyodik sapmalar (pertübrasyonlar) şeklinde gerçekleştiğini göstermektedir. m olarak temsil edilen miktar pazarda müşteri bulduğu sürece ekonomik mekanizma bir canlanma periyodu içinde olur; bu periyodu, arta kalan m ’nin talep yetersizliğinden ötürü, üreticiler tarafından tüketilemediği zamanda aşağı yukarı düzenli aralıklarla durgunluk dönemleri izler. Diğer soru şudur: hangi şartlar altında m =400 gerçekleşmesi mümkündür ve bunu kim gerçekleştirir? İşçiler değil, çünkü onların satın alımları v =1000 şeklindeki gelirlerinin sınırları içerisinde hareket etmelidir. Kapitalistler değil, k =600 miktarıyla ifade ettiğimiz kapitalistlerin tüketim fonu halihazırda tükenmiştir. Ortak gelir v + p 2000 olduğunda, tüketimin ortak fonu v + k 1600 olur. O zaman kim kalan m 'yi gerçekleştirir? Sorun, gördüğümüz gibi, niceliğin biridir, ve birazdan göstereceğimiz gibi kimi kuramlar sorunu çözmeye yönelik sadece çaba göstermiştir. Tüketiciler olarak ne işçiler ne de işverenler - soyut toplumumuzda başka bir sınıf da yok - m 'nin alıcıları olamaz, bundan şu sonuç çıkar ki sadece üreticiler olarak işverenler alıcılar olabilir, bunun anlamı: artı-değer m üreticilerin kendileri tarafından üretim araçlarının genişletilmesi için kullanılmalıdır. Burada sorunun çekirdeğine ulaşmış bulunuyoruz. Bir kriz plansız birikimin sonucudur. Üretim araçlarında herhangi bir genişleme sadece, herhangi bir karışıklığa yol açmadan, birikime yönelik m katsayısının tam olarak şu tanımlı oranlara bölünmesi durumunda olabilir: 1) Ortak üretimin farklı dalları arasında (üretim araçları üretimi alanı, tüketim için mal üretimi alanı, vb.) 2) Her alt dal altında sermayenin c : v bileşen parçaları arasında. Üretici güçlerin orantılı dağıtımı kuramının başlangıcı J. B. Say'a dayanır, kendisi, gel gelelim , analizinin başlangıç noktası olarak bağımsız üreticilerin emeğine dayanan kapitalizm öncesi sistemi almaktadır, kapitalist krizleri açıklayamaz. Karl Marx bu fikrin kapitalist sistemde uygulamasının çözümlemesi için ilk olarak çalışandı, ancak çalışmasını bitiremedi. Doğru matematiksel biçim ancak , birikmiş sermayenin dağılımı olarak formülce verilen oranlar gözlendiğinde birikimin sonsuza kadar kriz olmadan süreklileşebileceğine dikkat çeken Otto Bauer (1913) ve Profesör Tugan Baranowsky (1901) tarafından formüle edilmiştir. Krizlere, aslına bakarsak, formül tarafından talep edilen oranları gözlemlemek için hiç kimsenin dert edinmediği durumlar neden olmuştur. Bununla birlikte fiyatlardaki ve ücretlerdeki dalgalanmalar nedeniyle, bozulmuş dengenin otomatik olarak yeniden tesis edilişi ve üretim araçlarının teori tarafından zorunlu kılınan oranlara göre yeniden düzenlenmesi ardıl olarak gerçekleşir, çünkü sırasıyla yüksek ücretler ve düşük fiyatlar yüzünden kapitalist kâr azalır ve birikimin hızı yavaşlar, bu durum üretim araçlarının kısıtlanmasına neden olur. Buna karşın düşük ücretler veya yüksek fiyatlar olduğu zaman, üreticinin kârı büyür ve bununla birlikte üretim araçları da büyür. Bu noktada kabul gören öğretinin düşünceler zinciri kırılır. Herkner daha 1892 yılında sözde 'ücretler yasası'nın aldatmaya eğimli bir düzenleyici olduğunu vurgulamıştı. Aslında, burada tartışılan otomatik düzenleme teorisinin gerçek dayanağı deneyimlerle uyumlu değildir. Tröstler tarafından uygulanan üretim politikası bize talep ve fiyatlardaki bir artışın, üretim araçlarını geliştirmekten ziyade kısıtlayacağını öğretir, eğer fiyatlardaki bir artış tröstler için daha yüksek kârları güvence altına alıyorsa bunu genişletilmiş üretimle sağlayacaklardır. Koşullar, fiyatların düşmesi durumunda benzerdir. Üretim araçlarındaki bozulmuş oranın otomatik olarak yeniden tesisi sorunu yoktur. Almanya'da aşırı tonaj üretimi, krizleri açığa çıkarmış ve tarifelerin 1892-1895 döneminde ve 1909'da tekrar düşürülmesi tonaj üretiminde herhangi bir kısıtlamaya yol açmamış, ancak, aksine, genişlemesine yol açmıştır, çünkü yeni daha büyük türdeki gemilerin üretilmesine karar verilmiştir. Düşük tarifeler e rağmen bu yeni gemiler, kendi ekonomik yapımlarına borçlu olarak, kârlı çalışmışlardır. Yeni türde gemilerin ortaya çıkması eskilerin değer yitirmesine neden olmuştur: eskilerin sahipleri iflas etmiş, kârlı çalışamamışlardır. Fakat yeni alıcılar bu gemileri oldukça ucuza satın almış, değerlenme için yeni bir temel elde etmişlerdir. Şimdi eski gemiler bile çalışırken kâr ediyor. Sonuç şudur: 'aşırı tonaj üretimi'ne karşın, yeni gemiler yapılmıştır. Üretimin araçları, kısıtlanmak yerine, genişlemiştir. Kriz, yine de, geçmiştir! Kısıtlanan şudur - gemilerin değeri. Kriz, bu durumda, üretimin gerçek araçlarının bir kısıtlaması değil, ama fiyatlar ve değerler için geçerliliği kabul edilmiş sistemdeki bir arızadır, ve onun yeni bir düzeyde tekrar örgütlenmesidir.

Yukarıdaki örnek kesin olarak göstermektedir ki, incelediğimiz problemde bu ekonomik olgunun iki yanını ayırt etmeliyiz: değer ve değer için fiziksel temel. Ve şimdi incelememizi kabul edilen öğretinin durakladığı noktaya taşıyabiliriz. Sermayenin birikiminde sadece belirli bir oran gözlendiğinde krizler imkansızdır savı ileri sürülüp, matematiksel kesinlikle kanıtlanabilirse, bu tür bir akıl yürütmeye itiraz edilemez. Ama şunu sorabiliriz: oran denilen, birikmiş sermayenin dağıtımında gözlemlenmesi gerekli olan şey nedir? Sermayenin oransal dağılımı değeriyle mi, yoksa gerçek kütlesinin niceliğiyle mi ölçülmektedir? Örneğin, bu gemilerin değeri midir yoksa tonaj büyüklükleri midir? Bu soru, üretici güçlerin oransal dağılımı problemi için oldukça önemlidir ve şimdiye değin hiç ortaya konulmamıştır. Kapitalist yeniden üretim süreci, öyle görünüyor ki, her iki türde oranı talep ediyor. Değer ile ölçülen sermayenin dağılımındaki belirli bir oran, değer yaratma süreci (üretimin sonundaki ve başındaki değerdeki farklılıktan elde edilen kâr sağlama süreci) olarak kapitalist üretim süreci içerisinde kaçınılmazdır. Ancak üretim süreci aynı zamanda teknik bir emek gücü sürecidir. Emek sürecinde etkin olan değer değildir, etkin olan her bir belirli çalışma dalının (el emeği, makinelerin kullanımı, vb.) teknik gelişimine bağlı olarak birbirleriyle kesin surette teknik ilişkiler içerisinde olan üretimin gerçek ve kişisel etkenleridir. Sadece iki oran da, yani değerlenme sürecindeki sermaye oranı ve teknik emek gücü sürecindeki sermaye oranı, birbirlerinin karşılığı olsaydı, bir başka deyişle aynı hatlarda ilerliyor olsalardı, krizler imkansız olacaktı. Ama gördüğümüz üzere bu böyle değil. Değerlenme sürecindeki sermaye birikimi hareketlerinin büyüklüğü (değer ile ölçülmektedir), emek sürecindeki sermaye birikimi hareketlerinin büyüklüğünden (üretim araçlarının gerçek kütlesiyle ölçülmektedir) farklıdır. İki büyüklük birbiriyle karşılaşıyor. İki hareket arasındaki anlaşma sadece rastlantısal olabilir, ve orantısızlıkları, incelenen ekonomik düzende sürekli ve kaçınılmaz bir görüngüdür, bu orantısızlık ekonomik düzenin özündeki çifte karakterden (bir tarafta değerlenme süreci, diğer tarafta emek süreci olan) kaynaklanmaktadır. Bir tarafta işverenlerin iflası, diğer tarafta işçi kitlelerinin işsizliği sadece bunalım dönemlerinde değil, ayrıca ekonomik yaşamımızın sürekli bir semptomu olarak tamamen gelişmiş bütün aşamalarda da karşımıza çıkar. Aksine, en büyük bunalım dönemlerinde bile birikim süreci, genişleme, hiç durmaz. Bunalım dönemini bir hausse (canlanma)'dan ayıran nitelik değil, sadece niceliktir, bozulma görüngüsünün daha yoğun olmasıdır. Bu yoğunlaşmanın dönemsel oluşunun nedeni, bu bozulmanın uzun bir zaman dönemine eşit dağılmayışının ve fakat belirli zamanlarda önceki döngülerden daha geniş döngüleri kapsamasının nedeni ise ekonomik krizlerin incelenmesinde ikincil bir problemdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder