Yazılma: 1919
İlk Yayınlanma: 1922
Kaynak: Henryk Grossman ‘Ekonomik Krizler Kuramı’ Bulletin International de l’Académie Polonaise des Sciences et des Lettres. Classe de Philologie. Classe d’Histoire et de Philosophie. I Partie.Les Années 1919, 1920, 1922, Kraków, pp. 285-290;
Yazım/Biçimlendirme: Rick Kuhn, Steve Palmer;
Düzeltme: Steve Palmer;
Copyleft: Internet Archive (marxists.org) 2005. Bu belgenin kopyalanması ve/veya dağıtılması izni Creative Commons Lisansı koşulları altında verilmiştir.
Çeviri Kaynak:http://marxists.org/archive/grossman/1922/crises/index.htmİlk Yayınlanma: 1922
Kaynak: Henryk Grossman ‘Ekonomik Krizler Kuramı’ Bulletin International de l’Académie Polonaise des Sciences et des Lettres. Classe de Philologie. Classe d’Histoire et de Philosophie. I Partie.Les Années 1919, 1920, 1922, Kraków, pp. 285-290;
Yazım/Biçimlendirme: Rick Kuhn, Steve Palmer;
Düzeltme: Steve Palmer;
Copyleft: Internet Archive (marxists.org) 2005. Bu belgenin kopyalanması ve/veya dağıtılması izni Creative Commons Lisansı koşulları altında verilmiştir.
Çeviri: MEP Çeviri Kolektifi
Bu metin temel Marksist kavramlar için bazı alışılmadık terimler kullanmaktadır:
hausse = boom = canlanma
process of making pay = valorisation process = değerlenme süreci
process of work = labor process = emek süreci
super-production = surplus value = artı değer
super-production of tonnage = overproduction of tonnage = aşırı tonaj üretimi
Dr. HENRYK GROSSMAN: Teorja kryzysów gospodarczych (Ekonomik Krizler Kuramı)
16 Haziran 1919 tarihli buluşma
Bu metin temel Marksist kavramlar için bazı alışılmadık terimler kullanmaktadır:
hausse = boom = canlanma
process of making pay = valorisation process = değerlenme süreci
process of work = labor process = emek süreci
super-production = surplus value = artı değer
super-production of tonnage = overproduction of tonnage = aşırı tonaj üretimi
Dr. HENRYK GROSSMAN: Teorja kryzysów gospodarczych (Ekonomik Krizler Kuramı)
16 Haziran 1919 tarihli buluşma
Kapitalist
ekonomi mekanizmasında krizler, belirli değerde olan belirli
miktardaki ( m )
malın bu mekanizmanın sınırları içerisinde satılamaması
durumunda oluşur. Krizlere ilişkin sunulan mesele, krizleri
koşullandıran etkenleri belirlemek ve özellikle krizlerin var olan
ekonomik düzenin tam da doğasından mı kaynakladığının, veya
önemsiz ve tesadüfi etkilerden mi kaynaklandığının aslını
anlamaktan oluşuyor. Yüzyılı aşkın bir sonuçsuz tartışma
süreci, sadece kuramsal düşüncelere dayandırıldığı içindir
ki, problemin bir çok araştırmacısını tarihsel yöntemi
denemeye teşvik etmiştir: kuramsal açıklamanın anahtarı
deneyimin gerçekliğinin mümkün olduğunca ayrıntılandırılmış
açıklamalarında aranmıştır. Bu eğilime karşıt olarak, bu
satırların yazarı saf deneyciliğin –konuyla ilgisi olmayan
deneyler- terkedilmesi ve mantıksal yapıların denenmesi gerektiği
düşüncesindedir. Kütlelerin düşüşünü araştıran bir
fizikçinin havanın tesadüfi ve dışsal etkilerini dışlama
arzusu içinde kütlelerin
boşluktaki
düşüşünü yapay olarak yaratılmış koşullar altında
incelediği gibi; krizlerin, incelenen ekonomik düzeneğin özünden
mi kaynaklandığı sorusu da, bu düzeneği dış piyasaların
karıştırıcı etkiler içeren düşüncelerinden bağımsız
kıldığımız anda ve bu krizleri kendisi için varolmuş gibi,
sanki boşluktaymışçasına incelediğimiz anda açıklanabilir.
Yöntembilimsel düşüncelerin dışında, bu pozisyon ayrıca bir
hipotezin sadece içsel özelliklerinin tarafsız bir analiziyle
önerilir. Bu hipotez, kapitalist düzeneğin sınırları içerisinde
yıllık üretimin toplam değerini satmanın imkansızlığını
kurarken, kapitalist olmayan yabancı pazarların varlığını
'artı
değer'in (m)
gerçekleşmesi
için vazgeçilmez bir koşul olarak görür.
Yabancı
pazarlar hipotezi kurgusal çözümlere yol açtığından, öncesinde
m 'nin
gerçekleşmesinin kapitalist düzenek içerisinde yer almaya bağlı
olduğu varsayılmalıdır, ve daha ileri bir inceleme bu
gerçekleşmenin olası olduğu koşulları saptamaya kalkışır.
Ücretli
emeğe dayalı bir ekonomik sistemdeki toplumsal üretimin kırılmış
zinciri şematik olarak şu şekilde gösterilebilir: Üreticiler
üretime yatırım yapar, yıl boyunca, c
harfiyle gösterilebilen bir reel sermaye miktarı - üretimin
araçları, binalar, ham maddeler vb. gibi - ve bu sermaye toplamına
ek olarak v
harfiyle gösterilebilen işçilerin ücret giderleri vardır ve
böylece P = c + v + p
yıllık üretimini elde ederler, burada p
elde etmedikleri takdirde üretime devam etmeyecekleri ortalama kâr
miktarını göstermektedir. Basitleştirmek adına, sermayenin bir
yıllık üretim boyunca bütünüyle kullanıldığını ve gelecek
yıldaki üretimin kesintiye uğramaması için yıllık olarak
yenilenmesi gerektiğini kabul edelim. c
= 4000,
v
= 1000,
P
= 6000 olduğunu
kabul edersek p
için 1000
elde ederiz. Yukarıdaki
varsayıma göre kapitalist,
P
= 6000 değerinden, reel sermayenin ( c )
yenilenmesi için hesaptan 4000 düşmekle yükümlüdür, böylece
kalan ortak gelir miktarı v
= 1000 işçilerin elinde ve p
= 1000 işverenlerin elinde olacak şekilde 2000'dir. Doğrudan
geliri olan bu iki sınıfın dışında başka sınıfların
olmadığını varsayıyoruz: avukatlar, doktorlar, sanatçılar,
memurlar, vb. gibilerin gelirleri yukarıda belirtilen iki temel
sınıfın herhangi birisinin gelirleri altında gruplanabilir. Eğer
kapitalist p
değerini tümüyle tüketirse, toplumsal üretim yıldan yıla aynı
çizgi üzerinde devam edecektir, bu durumda biz doğrudan yeniden
üretimle (çn. basit yeniden üretim) karşı karşıyayızdır.
Fakat deneyimler bize yeniden üretimin büyüdüğünü
göstermektedir, bunun anlamı üreticilerin p 'nin
sadece bir parçasını tüketmesi durumunda (örneğin 600 birim
tüketsin ve bu tüketilen miktarı k
olarak adlandıralım, halbuki p
kârının kalan kısmı 400 birimdir, ve bunu da birikimin katsayısı
( m )
olarak adlandıralım) gelinen nokta, üretim araçlarının
genişletilmesi olarak hizmet eder. Deneyimler üretim ölçeğindeki
genişlemenin periyodik sapmalar (pertübrasyonlar) şeklinde
gerçekleştiğini göstermektedir. m
olarak
temsil edilen miktar pazarda müşteri bulduğu sürece ekonomik
mekanizma bir canlanma periyodu içinde olur; bu periyodu, arta kalan
m ’nin
talep yetersizliğinden ötürü, üreticiler tarafından
tüketilemediği zamanda aşağı yukarı düzenli aralıklarla
durgunluk dönemleri izler.
Diğer
soru şudur: hangi şartlar altında
m =400
gerçekleşmesi mümkündür ve bunu kim gerçekleştirir?
İşçiler
değil, çünkü onların satın alımları v =1000
şeklindeki gelirlerinin sınırları içerisinde hareket etmelidir.
Kapitalistler değil, k =600
miktarıyla ifade ettiğimiz kapitalistlerin tüketim fonu
halihazırda tükenmiştir.
Ortak
gelir v
+ p
2000 olduğunda, tüketimin ortak fonu v
+ k 1600
olur. O zaman kim kalan m 'yi
gerçekleştirir? Sorun, gördüğümüz gibi, niceliğin biridir, ve
birazdan göstereceğimiz gibi kimi kuramlar sorunu çözmeye yönelik
sadece çaba göstermiştir. Tüketiciler olarak ne işçiler ne de
işverenler - soyut toplumumuzda başka bir sınıf da yok - m 'nin
alıcıları olamaz, bundan şu sonuç çıkar ki sadece üreticiler
olarak işverenler alıcılar olabilir, bunun anlamı: artı-değer m
üreticilerin kendileri tarafından üretim araçlarının
genişletilmesi için kullanılmalıdır. Burada sorunun çekirdeğine
ulaşmış bulunuyoruz. Bir kriz plansız birikimin sonucudur. Üretim
araçlarında herhangi bir genişleme sadece, herhangi bir
karışıklığa yol açmadan, birikime yönelik m
katsayısının tam olarak şu tanımlı oranlara bölünmesi
durumunda olabilir: 1) Ortak üretimin farklı dalları arasında
(üretim araçları üretimi alanı, tüketim için mal üretimi
alanı, vb.) 2) Her alt dal altında sermayenin c
: v
bileşen parçaları arasında. Üretici güçlerin orantılı
dağıtımı kuramının başlangıcı J. B. Say'a dayanır, kendisi,
gel
gelelim ,
analizinin başlangıç noktası olarak bağımsız üreticilerin
emeğine dayanan kapitalizm öncesi sistemi almaktadır, kapitalist
krizleri açıklayamaz. Karl Marx bu fikrin kapitalist sistemde
uygulamasının çözümlemesi için ilk olarak çalışandı, ancak
çalışmasını bitiremedi. Doğru
matematiksel biçim ancak ,
birikmiş sermayenin dağılımı olarak formülce verilen oranlar
gözlendiğinde birikimin sonsuza kadar kriz olmadan
süreklileşebileceğine dikkat çeken Otto Bauer (1913) ve
Profesör Tugan Baranowsky (1901)
tarafından formüle edilmiştir. Krizlere, aslına bakarsak, formül
tarafından talep edilen oranları gözlemlemek için hiç kimsenin
dert edinmediği durumlar neden olmuştur. Bununla birlikte
fiyatlardaki ve ücretlerdeki dalgalanmalar nedeniyle, bozulmuş
dengenin otomatik olarak yeniden tesis edilişi ve üretim
araçlarının teori tarafından zorunlu kılınan oranlara göre
yeniden düzenlenmesi ardıl
olarak
gerçekleşir, çünkü sırasıyla yüksek ücretler ve düşük
fiyatlar yüzünden kapitalist kâr azalır ve birikimin hızı
yavaşlar, bu durum üretim araçlarının kısıtlanmasına neden
olur. Buna karşın düşük ücretler veya yüksek fiyatlar olduğu
zaman, üreticinin kârı büyür ve bununla birlikte üretim
araçları da büyür. Bu noktada kabul gören öğretinin düşünceler
zinciri kırılır. Herkner daha 1892 yılında sözde 'ücretler
yasası'nın aldatmaya eğimli bir düzenleyici olduğunu
vurgulamıştı. Aslında, burada tartışılan otomatik düzenleme
teorisinin gerçek dayanağı deneyimlerle uyumlu değildir. Tröstler
tarafından uygulanan üretim politikası bize talep ve fiyatlardaki
bir artışın, üretim araçlarını geliştirmekten ziyade
kısıtlayacağını öğretir, eğer fiyatlardaki bir artış
tröstler için daha yüksek kârları güvence altına alıyorsa
bunu genişletilmiş üretimle sağlayacaklardır. Koşullar,
fiyatların düşmesi durumunda benzerdir. Üretim araçlarındaki
bozulmuş oranın otomatik olarak yeniden tesisi sorunu yoktur.
Almanya'da aşırı tonaj üretimi, krizleri açığa çıkarmış ve
tarifelerin 1892-1895 döneminde ve 1909'da tekrar düşürülmesi
tonaj üretiminde herhangi bir kısıtlamaya yol açmamış, ancak,
aksine, genişlemesine yol açmıştır, çünkü yeni daha büyük
türdeki gemilerin üretilmesine karar verilmiştir. Düşük
tarifeler e
rağmen bu
yeni gemiler, kendi ekonomik yapımlarına borçlu olarak, kârlı
çalışmışlardır. Yeni türde gemilerin ortaya çıkması
eskilerin değer
yitirmesine
neden
olmuştur: eskilerin sahipleri iflas etmiş, kârlı
çalışamamışlardır. Fakat yeni alıcılar bu gemileri oldukça
ucuza satın almış, değerlenme için yeni bir temel elde
etmişlerdir. Şimdi eski gemiler bile çalışırken kâr ediyor.
Sonuç şudur: 'aşırı tonaj üretimi'ne karşın, yeni gemiler
yapılmıştır. Üretimin araçları, kısıtlanmak yerine,
genişlemiştir. Kriz, yine de, geçmiştir! Kısıtlanan şudur -
gemilerin değeri. Kriz, bu durumda, üretimin gerçek araçlarının
bir kısıtlaması değil, ama fiyatlar ve değerler için
geçerliliği kabul edilmiş sistemdeki bir arızadır, ve onun yeni
bir düzeyde tekrar örgütlenmesidir.
Yukarıdaki
örnek kesin olarak göstermektedir ki, incelediğimiz problemde bu
ekonomik olgunun iki yanını ayırt etmeliyiz: değer ve değer için
fiziksel temel. Ve şimdi incelememizi kabul edilen öğretinin
durakladığı noktaya taşıyabiliriz. Sermayenin birikiminde sadece
belirli bir oran gözlendiğinde krizler imkansızdır savı ileri
sürülüp, matematiksel kesinlikle kanıtlanabilirse, bu tür bir
akıl yürütmeye itiraz edilemez. Ama şunu sorabiliriz: oran
denilen, birikmiş sermayenin dağıtımında gözlemlenmesi gerekli
olan şey nedir? Sermayenin oransal dağılımı değeriyle mi, yoksa
gerçek kütlesinin niceliğiyle mi ölçülmektedir? Örneğin, bu
gemilerin değeri midir yoksa tonaj büyüklükleri midir? Bu soru,
üretici güçlerin oransal dağılımı problemi için oldukça
önemlidir ve şimdiye değin hiç ortaya konulmamıştır.
Kapitalist yeniden üretim süreci, öyle görünüyor ki, her iki
türde oranı talep ediyor. Değer ile ölçülen sermayenin
dağılımındaki belirli bir oran, değer yaratma süreci (üretimin
sonundaki ve başındaki değerdeki farklılıktan elde edilen kâr
sağlama süreci) olarak kapitalist üretim süreci içerisinde
kaçınılmazdır. Ancak üretim süreci aynı zamanda teknik bir
emek
gücü
sürecidir. Emek sürecinde etkin olan değer değildir, etkin olan
her bir belirli çalışma dalının (el emeği, makinelerin
kullanımı, vb.) teknik gelişimine bağlı olarak birbirleriyle
kesin surette teknik ilişkiler içerisinde olan üretimin gerçek ve
kişisel etkenleridir. Sadece iki oran da, yani değerlenme
sürecindeki sermaye oranı ve teknik emek gücü sürecindeki
sermaye oranı, birbirlerinin karşılığı olsaydı, bir başka
deyişle aynı hatlarda ilerliyor olsalardı, krizler imkansız
olacaktı. Ama gördüğümüz üzere bu böyle değil. Değerlenme
sürecindeki sermaye birikimi hareketlerinin büyüklüğü (değer
ile ölçülmektedir), emek sürecindeki sermaye birikimi
hareketlerinin büyüklüğünden (üretim araçlarının gerçek
kütlesiyle ölçülmektedir) farklıdır. İki büyüklük
birbiriyle karşılaşıyor. İki hareket arasındaki anlaşma sadece
rastlantısal olabilir, ve orantısızlıkları, incelenen ekonomik
düzende sürekli ve kaçınılmaz bir görüngüdür, bu
orantısızlık ekonomik düzenin özündeki çifte karakterden (bir
tarafta değerlenme süreci, diğer tarafta emek süreci olan)
kaynaklanmaktadır. Bir tarafta işverenlerin iflası, diğer tarafta
işçi kitlelerinin işsizliği sadece bunalım dönemlerinde değil,
ayrıca ekonomik yaşamımızın sürekli bir semptomu olarak tamamen
gelişmiş bütün aşamalarda da karşımıza çıkar. Aksine, en
büyük bunalım dönemlerinde bile birikim süreci, genişleme, hiç
durmaz. Bunalım dönemini bir hausse
(canlanma)'dan
ayıran nitelik değil, sadece niceliktir, bozulma görüngüsünün
daha yoğun olmasıdır. Bu yoğunlaşmanın dönemsel oluşunun
nedeni, bu bozulmanın uzun bir zaman dönemine eşit dağılmayışının
ve fakat belirli zamanlarda önceki döngülerden daha geniş
döngüleri kapsamasının nedeni ise ekonomik krizlerin
incelenmesinde ikincil bir problemdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder