19 Şub 2013

Değer Yasası 7: Üretim ve Mübadele


Üretim-Mübadele Abecesi

Yalıtılmış haldeki şeyleri anlamaya çalıştığımız her zaman sıkıntıya düşeriz. Şeylerin gerçek anlamı kendi içlerinde değil diğer şeylerle olan ilişkisi içinde anlaşılır. Mesela parayı ele alın. Garip hiyeroglif kaplı bu dikdörtgen kâğıt parçanın anlamını, modern kapitalist üretimin karmaşık koordinasyonu içinde oynadığı role baktığımızda anlayabiliriz. Kapitalist üretimi kaldırdığımızda bu dikdörtgen kâğıt parçası anlamını yitirir. Toplumsal ilişkiler bağlamından kopardığımızda paranın gerçekte ne olduğunu anlamak imkânsızdır. Eğer parayı yalıtılmış olarak incelersek, onun toplumsal gücünün tümünü dikdörtgen kâğıt parçalarının doğal bir özelliğiymiş gibi ele alırız. Bu anlam ve gücün belirli bir zaman ve mekâna özgü olmadığı, her yerde ve her zaman mevcut evrensel nitelikler olduğu görülmektedir.

Tabii ki bu saçma olurdu. Bununla birlikte burjuva ideolojisi ile ele alındığında şeyler ve kavramlar arasındaki bağlantısallığı görmedeki başarısızlık olağandır.

Bu video üretim ve mübadele arasındaki ilişkiyi incelemektedir. Mübadele ve üretimin anlamlarını sadece birbirleriyle olan ilişkilerinden türettiğini tartışmaktadır. Gerçekten özgürlük, eşitlik, fayda, kıtlık, değer gibi genel kavramların anlamlarını tam olarak kavramak istiyorsak üretim ve mübadele ilişkisinin özel yapısını anlamamız gerektiğini de tartışmaktadır. Resmin bütününe bakmadan bu kavramları anlamak için yapılan girişimler "tek taraflı" olarak sonuçlanıyor. Anlam, bir ilişkiden kaynaklı bir şeymiş gibi değil de nesne/kavramın kendisinin doğası gibi görünür. Çünkü bir anlamın sonsuz ve doğal bir anlam olarak görüldüğü spesik bağlamları açıklamanın hiçbir yolu yoktur.

Üretim ve mübadele ilişkisini 3 farklı birbiriyle ilişkili bağlamda ele alacağız ve her biri bize aynı problem üzerinde farklı bir çerçeve sunacaktır. 1. Özgürlük ve Eşitlik; 2. Kıtlık, Fayda, 3. Değer

1. Özgürlük ve Eşitlik

Modern bilincimize öylesine derinden işlemiş olan bireysel özgürlük ve eşitlik kavramları nereden gelir?
Mübadele alanından gelir. Tüm bireyler satın alma ve satış dünyasında diledikleri gibi emeklerini ve emek ürünlerini özgür iradeleri ile satabilir ve alabilirler. Kimse kimseyi bu alış ve satış için zorlamaz. Bireylerin hayatları serbest seçimler dizisi gibi görünür ve bu beraberinde kişisel sorumluluk kavramını getirir. İnsanlar kendi kişisel şartlarından dolayı sadece kendilerini sorumlu tutuyor görünürler. Bu satın alma ve satma özgürlüğü mülk sahibi olmaları için bireyler arasında hukuki ilişkiler olduğunu varsayar. Böylece bireylerin sahip olduğu yasal haklar, herkes için eşit olup yasal eşitlik temelinde belirlenir.

Bu GENEL OLARAK özgürlük ve eşitlik kavramını oluşturur. Biz, bireysel özgürlük, insan hakları vb gibi bireyin vazgeçilemez haklarını konuşmaktayız. Bunlar insanların evrensel özellikleri olarak görülürken pazar mübadelesi de bu özelliklerin doğal ifadesi olarak görülür.

...analizimizde bazı şeylerin tek taraflı olabileceğine dair ipuçlarını zaten verdik. Belirli toplumsal ilişkilerin içinde yer almasından dolayı değil de kendi doğası gereğiymiş gibi bu bireysel özellikler evrensel özellikler olarak görünür. Birey yalıtılmış bir biçimde tek taraflı olarak anlaşılmaktadır. Toplumsal yapının belirli tipte bir bireyi yaratmasından ziyade evrensel bir tür olarak birey belirli bir toplumsal sistemi yaratıyormuş gibi görünür. Belirli bir gizlemeyi evrensel olarak her gördüğümüzde, bir kavramın evrenselliği gibi iddiaları her gördüğümüzde, analizimizin tek taraflı olduğuna ilişkin ipuçlarına sahip oluruz.

(Diğer taraf:)
Bu ipuçları piyasa özgürlüğü kavramının sorgulanmasını gerektirmektedir. Alıcı ve satıcıların, eş değerler olarak emek gücü ve metalarını satmakta özgür olduğu bir dünya için ne çeşit bir toplum gereklidir? Paradan, piyasadan ve burjuva devletinden daha fazlasına ihtiyacımız var. Üretim ilişkisinin belirli bir türü gereklidir.

Bireyler kimden alacakları ve kime satacaklarını seçme hususunda özgür olmalarına rağmen satmama ve almama hususunda özgür değildirler. Böyledir çünkü gereksinimlerimizi pazar yolu ile sağlarız. Böyle bir durum doğal olarak meydana gelmez. Üreticiler arasında belirli bir ilişkiyi varsayar.

Bireyler gereksinimlerini karşılamak için pazara gitmek zorundadır zira kendi başlarına geçim araçlarını yaratamazlar. Üretim araçlarından yoksundurlar. Üretim araçları, emek gücünü satarak gereksinimlerini karşılayan ezici çoğunluğa karşı birkaç kişinin elinde toplanmış özel bir metadır. Tüm aktörlerin eşit olduğu pazar perspektifinin tersine, üretimde toplumun iki sınıfa bölündüğünü görürüz; işçiler ve kapitalistler. Piyasa eşitliği üretimdeki eşitsizliği gerektirir.

Bu üretimin belirli bir türünü ifade eder: mübadele için üretim. Mübadele edilmek üzere üretilen metalar emekçinin kullanımı için yaratılmaz. Bunlar pazarda bir fiyata satılmak üzere üretilirler. Ve üretim araçları kapitalist sınıfın mülkiyetinde olduğu için üretimin amacı, insanların ihtiyaçlarını giderme değil emekçilerin sırtından kâr uğruna kâr sağlama durumuna gelir. İşçiden sızdırılan daha fazla emek kapitalist için daha fazla kâr demektir.

İşçi ve kapitalist meta ve emek-gücü alım ve satımı için pazarda karşılaştıklarında; özgür, kendi iradeleri olan yasal eşitler olarak karşılaşırlar. Piyasa özgürlüğü ve fabrikanın despotik düzeni arasında, piyasa eşitliği ve sınıf asimetrisi arasında çelişkili bir ilişki vardır. İki taraf birbiriyle ne kadar çelişkili olsa da bir o kadar birbirine bağımlıdır. Sınıflar ve sermaye eşitsizlikleri olmadan piyasa özgürlüğünden bahsedemeyiz. Baskı ve eşitsizliği tüm dünyaya yayan burjuva özgürlüklerinin bir yanılsama olduğunu söylersek üretimin tek taraflı analizinde fazla ileri gitmiş oluruz. Kapitalist üretimin mübadele için üretim olduğunu ve dolayısıyla bunun da piyasa özgürlüğü ile bağlantılı olduğunu unutmamalıyız. Piyasa özgürlüğü gerçektir. Ancak kendi maddi temelleri ile çelişir.

Özgürlük ve baskı, eşitlik ve eşitsizlik arasındaki bu çelişki bize ilk olarak mevcut toplumun eleştirisini yapma imkânı sunmaktadır. Bize sahip olamayacağımız bir özgürlük -eşitsizlikler dünyasında kendimizi eşitler olarak gördüğümüz için- vaat edildiğinden, içinde bulunduğumuz toplumun içsel eleştirisini yapabiliriz. Bu çelişkinin devinimidir ki bizim böylesine bir toplumdan olası çıkışı varsaymamıza imkân vermekte, özgürlük ve eşitliğin çelişkisiz bir temele dayandığı, bireylerin kendi yaşam yolunu seçmekte gerçekten özgür olabildiği bir dünyayı hayal etmede bize ilham vermektedir.


2. Kıtlık ve Fayda

Bugün standart bir iktisat kitabını açsanız, iktisadın, faydayı maksimize eden bireylerin özerk düşüncelerinin kıt kaynak kullanımını nasıl tahsis ettiğinin bir çalışması olduğunu okursunuz. Bireyler pazarda karar vermede bağımsız olduklarında kaynakların en uygun dağılımına doğalından ulaşılır. Ama bu istediğimiz her şeye sahip olabileceğimiz anlamına gelmez. Kıtlık koşullarında yaşarız. Bizler her zaman daha fazlasını isteriz. Bu yüzden her zaman tercih yapmak zorundayız. Yani bizim ders kitabı, mevcut koşulları görmezden gelerek sürekli daha fazlasını istediğimiz için bu yaşam biçiminden mutsuzluklar edindiğimiz gerçeğini hatırlatıyor; biz her zaman sahip olabileceğimizden fazlasını isteyeceğiz.

Böylece iktisat amacını ve odak noktasını oldukça dar bir anlamda tanımlıyor. Bireylerin pazarda vermiş oldukları kararlar üzerine odaklanır. Odak noktası mübadeledir. Bu, üretimle ilgili hiçbir şey söylemediği anlamına gelmez. Ancak üretimle ilgili gözlemleri kendi mübadele analizinden öğrendiği temel ilkelere dayanmaktadır. Üretim, sadece kıt kaynaklar arasında seçim yapan bireyler aleminden daha fazlası değildir.

Ve bu bakış açısıyla neoklasik iktisat kapitalizmin temel ideolojisini haklı gösterebilir: insanlar sınıflar olarak değil sadece bireyler olarak anlaşılır, yaşamdaki yazgımız için sadece kendimizi suçlayabiliriz, serbest piyasa bireylerin fayda maksimizasyonunu sağlamaları açısından en iyi yoldur, bu mevcut koşullar sadece en iyisi değil insan doğasının en iyi evrensel ifadesidir.

...burada da analizimizin tek taraflı olabileceğine dair ipuçlarına sahibiz.Önceki örnekte olduğu gibi evrensel ile belirli olanın birleştirilmesi söz konusudur. Bireylerin kapitalizmdeki  piyasa davranışlarının belirli görünüşleri; bütün zamanlar için insan davranışlarının evrensel,  doğuştan gelen özellikleri olarak kabul edilir. Piyasada yaptığımız belirli türdeki tercihler evrensel tercihler olarak düşünülür. Kıtlık, üretimin belirli bir organizasyonunun ürünü olarak değil zaman kavramından bağımsız, evrensel bir kavram olarak görülür. Bunlar ipuçlarımızdır. Şimdi bu fayda ve kıtlık kavramlarını, onların gerçek toplumsal bağlamları içindeki yerlerini görmek için sorgulayalım.

Fayda

Kim bu hesapçı, bencil, fayda maksimizasyoncusu birey? Daha yakından incelediğimizde bireylerin varlıklarının toplumsal varlıklarına bağlı olduğunu görürüz. Sadece toplumun belirli bir türü dolayımıyla belirli bir birey kavramına sahibiz.

Boşluktayken hiç bir isteğimizi oluşturamayız. Ne isteyeceğimiz öğretilmiştir.  İsteklerimizin peşinden nasıl gitmemiz gerektiği de öğretilmiştir. Farklı toplumlardaki insanların bu niyet/amaçlarını gerçekleştirme yolları farklıdır. Kapitalist toplumda biz isteklerimizi satın alırız. Bu ise emeğimizi pazarda satmamızı gerektirir. Bizim fayda-hesabı, sadece şeyleri ne kadar istediğimizin soyut bir ölçüsü değildir. Bu hesaplamaları yapılandıran toplumsal bir bağlam vardır.  Gelirimizi ve metaların toplumsal değerlerini dikkate almak zorundayız. Bu şeylerin hiç birisi (ücretler veya fiyatlar) sadece mübadele dünyasıyla açıklanamaz. Her iki kavram da üretimin analizini gerektirir.

Üretimin mantığı fayda maksimizasyonu ile aynı mantığı izlemez. Kapitalistler faydayı maksimize etmek adına üretime yatırım yapmazlar. Kâr elde etmek için yatırım yaparlar, soyut olarak değer elde etmek için. Kendi iyiliği için faydanın değil paranın peşinden koşar. Bu ayrı bir mantık, kapitalisti kendi çıkarları doğrultusunda yalnızca kişileştirilmiş bir mantığa dönüştüren kör bir hesaplama mantığıdır.

Kapitalistlerin kâr-maksimizasyonu toplumun ekonomik faaliyetlerinin çoğunu oluşturur. Yine de ekonominin sadece kendi faydalarını maksimize eden bireylerden oluştuğu aldatmacasına düşmek kolaydır. Bu şu sebepledir, tüm bireyler arasındaki tüm toplumsal bağlar, onları pazar işlemleri ile şekillenmiş olan kapitalistler veya işçiler haline getirir. Toplumsal ilişkilerimiz metalar arasındaki değer ilişkileri aracılığıyla sağlanmış olur. Ancak bu görünüm tek taraflıdır. Bireylerin fayda maksimizasyonunun varlığı, kapitalist toplumun toplumsal yapısını (özel mülkiyet, ücretli emek, piyasa ve kapitalist devleti)  gerektirir.

Bir sonraki videoda (özne-nesne) anlatacağımız gibi toplumdan bağımsız olarak birey ele alınamaz. Birey yapısı ve bireyden ne anladığımız toplumun yapısına göre değişir. Hesaplamalarımız için gerekli koşulları incelediğimizde, kişisel fayda maksimizasyonunda evrensel bireyin olmadığını görürüz. Toplumsal ilişkilerin belirli bir kümesinde ortaya çıkan bireydir.

Kıtlık

Ders kitabımızda, birey metaları değerlendirmek ve karşılaştırmak için rafları gezer. Onların nereden geldiklerini veya neden rafta olduklarını bilmemiz gerekmez. Arz -raflarda önceden mevcut olan statik madde miktarı- verilidir, iktisat onu varsayar, tıpkı yalıtılmış, hazcı tüketiciyi varsaydığı gibi.

Ders kitabımızı kurcalar ve arzı ne yaratır diye sorarsak tanıdık bir cevapla karşılaşırız: kıt kaynaklar. Bunların arasından seçim yapmak zorundayız. Pazarda alışveriş yapıyorken bize içlerinden seçim yapacağımız kaynakların statik verili dünyası gösterilir.

Kurnaz bir biçimde odak noktamız metaları gerçekte var eden herhangi bir etkinlikten saptırılıyor. Üretim sürecini anlamadan kıtlığı nasıl anlayacağız?  Odun sadece ağaç kesimini gerektiren bir süreç iken kömürün ayrıntılı bir madencilik süreci gerektirdiği gerçeğini bilmeden kömürün kıtlığını oduna göre nasıl kıyaslayabilirim? (Mozart CD’sinin bir düğme tıklamasıyla sayısız kere çoğaltılabileceği halde Van Gogh resminin tekrar hiç çizilemeyeceğini farkına varmadan düşünsel kıtlığı nasıl anlayacağız?) Kıtlık kavramı üretim kavramının sadece tersidir. Verilen nicelikteki şeyleri üreten insan emeğidir. “Kıt kaynaklar arasındaki seçimler” aslında emeğin farklı dağılımları arasındaki seçimlerdir.

ikinci kısıma sonuç:

Böylelikle iktisat ders kitabımızın yetersiz olduğunu gördük. Üretim tarzıyla bağdaştırılmadığı sürece bu iddiaların hiçbiri bir anlam ifade etmez: belirli tipte bir birey ve çıkarlarımızın peşinde koşma biçimini üreten çalışma etkinliğinin toplumsal örgütlenmesi. Bizim ders kitabı kurnazca bir şey yapmış. Tüm toplumsal bağlam bireylerden ve yüzleştikleri nesnelerden soyutlanmıştır. Toplumu bireyin sonucu gibi göstermiştir, tersi değil. Nesnelere toplumsal güçler atanmıştır. Kapitalist üretimin özgün yapısı daha önceden var olan değerli nesneler dünyasıyla yüzleşen evrensel insan doğası haline gelir.


3. Mübadele Değeri

Marx, tüm bunların gerçekten ne ile ilgili olduğunu anlamak için mübadele değeri kavramını sorgulamakla ilgilendi.  Bu ise onu metalara emek tarafından verilen içkin değer kavramına götürdü. Bu konuyu video 4’de incelemiştik. Bu konuyu, mübadele değeri kavramının tek taraflılığının sorgulanması olarak nasıl işlediğini göstermek amacıyla gözden geçireceğim.

Mübadele değeri yaşamımızda gözlemlenebilir bir olgudur. Metalar belirli oranlarda mübadele edilir. Metaların mübadele değeri, bir metanın diğeri ile mübadele edildiği orandır. İlk bakışta mübadele değeri rastlantısal görülebilir. Ancak gerçekte mübadelenin rastlantısal olmadığını gözlemleyebiliriz. Mübadele oranlarında bir süreklilik yaratmak için meta stokları yenilenir. Mübadelenin rastlantısal doğasını ortadan kaldırıp yerine toplumsal sürekliliği getiren bu süreç ne olabilir?

Bir kitap 30 kaleme eşittir derken büyüklükleri karşılaştırıyorum. Ama ne büyüklüğünü? Büyüklükleri karşılaştırabilmek için karşılaştırma yapabildiğin töz veya cevhere sahip olmalısın! Bu Marx’ı metanın içkin bir değere sahip olduğu sonucuna götürür. Tüm bu farklı mübadele değerleri bu içkin değeri ifade etmenin sadece farklı yollarıdır. Bizler içkin değeri değil metaların büyüklüğünü ölçen çeşitli metaları görürüz.

Hala mübadeleler dünyasındayız. Tüm yaptığımız, içkin değer savına neden olan mübadele değerinin yapısını incelemektir. Bu nokta kavramımızı daha fazla temellendirmek için mübadeleler dünyasını terk etmek zorunda olduğumuz noktadır. İçkin değer bizi üretim dünyasına gitmeye zorlayan dayanak kavramdır.

İçkin değeri meydana getiren töz nedir? Metaların kullanım değeri olamaz çünkü kullanım değerleri niceliksel olarak ilişkilendirilemez. Nicel olarak bir elmanın kullanımını bir arabanın kullanımı ile karşılaştıramazsınız. Bakılması gereken tek mantıklı yer, bireylerin içinde yaşadıkları dünyayı yarattıkları emek sürecidir.

İçkin değer sorusuna verilen bu yanıt Marksist tüm eleştirmenler (Bohm-Bawerk) tarafından kabul görmedi. Bazıları (Bohm-Bawerk) bu içkin değer yerine fayda veya kıtlık gibi birçok kavramın kullanılabileceğini öne sürdü. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi kıtlık ve fayda üretim teorisi temelinde ele alınmadığı sürece anlaşılamayan tek taraflı kavramlardır.

Yalnızca, dünyalarını şekillendiren insanların etkinliklerini ve bireyi şekillendiren belirli üretim biçiminin gidişatını anlayarak kıtlık ve faydayı anlayabiliriz. Kapitalist toplumu oluşturan değer ilişkileri içinde bizim incelememizin odak noktası emektir. Emek yüzyüze geldiğimiz nesnel dünyayı ve kendimizi yaratma şeklimizdir.

Bu değer kavramının bazıları için sezgisel olarak kabul edilebilir olmaması mantıklıdır. Kapitalist toplumda emeğimizden ayrılmışızdır. Emek gücümüz kapitaliste sattığımız bir metadır. Kapitalist bizim emeğimizin ve emek ürünümüzün sahibidir. Emeğimizi toplumsal bir etkinlik veya bir amaca yönelik etkinlik olarak algılamayız. Toplumsal emek haline gelmeden önce emeğimiz pazar değeri olan bir meta şeklini almak zorundadır. Değer, emeğimizin toplumsal doğasını gizler.

Bildiğimiz gibi Marx’ın burjuva öncülleri Adam Smith ve David Ricardo da emek değer teorisine katkıda bulunmuştur. Bunun, onların da, üretim ve mübadele arasındaki diyalektik ilişkiyi kurduğu anlamına geldiğini düşünebilirsiniz. Ancak durum böyle olmadı. Marx, biçimi içerik haline getirdikleri gerekçesiyle hem Smith’i hem de Ricardo’yu eleştirir.  Bu ayrımın çok önemli olduğu ortaya çıkıyor.

Değerin kaynağı emektir. Yani, değer oluşturan “toplumsal töz” emektir. (Daha sonra Marx bu emeğin,  toplumsal olarak gerekli soyut emeğin ne tür bir emek olduğunu, ne tür bir toplumun bunu ürettiğini incelemek zorunda kalacaktır.) Ancak metayı incelediğimizde bu içeriği göremiyoruz. Kurcalayabiliriz, dürtebiliriz, koklayabiliriz veya parçalayabiliriz ama toplumsal içeriğini göremeyiz. Bu, içerik maddi bir biçim şeklini aldığı içindir. Bu biçim ise mübadele değeridir. Maddi bir biçim alır derken kelimenin tam anlamıyla bunu ifade ediyoruz. Kitabın değeri kalem, lastik veya baritonlar şeklini alır.  Marx, değerin içeriği emek ile ve değerin biçimi olan mübadele değeri arasında ayrım yapar. 


Bunun anlamı değer ve mübadele değerinin farklı olduğudur. Fiyat mübadele değerinin özel bir ifadesi olduğu için fiyat ve değer ayrı şeylerdir. Fiyatlar değerin sadece dış görünüşüdür.  Ama bu değer, kendisinin kalem, lastik veya para fiziksel ifadesinden bağımsız sabit, fiziksel bir biçime sahip değildir. Yalnızca değerin biçimini görürüz, içeriğini değil.

Smith ve Ricardo için fiyat doğrudan değeri ile tanımlanabilir. Marx'ın biçimi içeriğe indirgediler derken kastettiği tam olarak budur. Onlar değerin içeriği emeği, doğrudan bir mübadele değeri varmış gibi ele almışlardı. Değerin, emeğin mübadele değeri maddi biçimini aldığı bir süreç olduğunu anlayamamışlardı. Ancak bu mübadele oranları değer değildir. Bunlar, üçüncü bir şeyi, içkin değer dediğimiz kavramı açıklar. Bu, Marx’ı, ondan öncekilerin ima ettiği bazı teorik problemlerin çözümü olan fiyatların değerler etrafında dalgalanmalarını incelemeye götürür.

Marx, Smith ve Ricardo’nun sormadığı önemli bir soruyu sorar: Hangi tür emek değer üretir? Smith ve Ricardo emek ve fiyatı özdeş olarak gördükleri için bütün emeklerin bütün zamanlarda değer yarattığını varsaymışlardır. Bildiğimiz üzere, bu şekilde evrensellik ve sonsuzluk kavramlarına başvurmak sorunludur. Sadece emeğin özel bir türü değer üretir: mübadele için emek. Dolayısıyla yalnızca yalnızca belirli bir tür toplum – piyasa ihtiyaçlarına göre düzenli, öngörülebilir, baskı altına alınmış emeğin olduğu - değer yasası tarafından yönetilen bir toplum olabilir.

Değer insan emeğinin evrensel bir görünüşü olarak görmektense, Marx onu emeğin belirli bir biçimini özgün olarak görüyordu: mübadele için üretim. Böylece Marx içerik ve biçimi ayırarak, evrensel ve özel arasındaki ayrımla piyasanın özelliklerinin belirli tür bir üretime özgü olduğunu göstermiş oluyordu: kapitalist üretim.

Sonuç

Açık gözükmese de, bu özel ve genel (evrensel) arasındaki ayrım, merkezi bir ideolojik konudur. Oldukça basit. Evrensel olan şeyler değiştirilemez. Düzenlemenin, mücadelenin, çalışmanın, sızlanmanın veya okumanın yararı yoktur. Eğer insanlar hep belirli bir şekildeyse o zaman şimdi de öyledirler. Ama bizler dünyayı değiştirmek istiyorsak, gerçeğimizin hangi yönlerden evrensel olmadığını, nelerin bizim toplumsal ilişkilerimizin örgütlenmesinin ürünü olduğunu, nelerin farlı bir örgütlenme türü altında değişebileceğini bilmemiz gerekir.

Kapitalist bir toplumda görünüşler dünyasının çoğu piyasa deneyimlerimizden, mübadele diyarından gelir. Ama bu tek taraflı bakış açısıyla bu piyasa deneyimlerinin tarihsel özgüllüğünü görmek mümkün değildir. Piyasanın özgürlük, eşitlik ve bireysellik temelinde yatan üretim ilişkileri hakkında belirli bir perspektife sahip olmaksızın, insan doğası hakkında evrenselleştirici ve yetersiz genellemeler yaparız. Böylesine tek taraflı bir bakış açısı, şimdiki zamanın içine sıkışmışız gibi, günümüzün problemlerinin üstesinden gelinemez, tüm zamanların genel geçer sorunlarıymış gibi görünmesine neden olur.

DİPNOTLAR

1. Şimdi birileri bütün bu metaların hala tüketicilere satılması gerektiğini ve bu yüzden faydanın tatmininin bütün üretimin sonunda olduğunu öne sürebilir. Ancak toplumdaki talebin büyük bir kısmı tamamen tüketicilerden gelen talep değildir. Üretken girdiler için kapitalistlerden gelen taleplerdir. Toplumdaki değerin büyük bir kısmı tamamen tüketici ürünlerine dönüşmez. Bunun yerine kapitalistler arasında karşılıklı olarak alınıp satılan ürünlerden oluşur.

2. Bohm-Bawerk'in Marx'ın değerin içeriği emektir savına eleştirisine yanıtta birçok akım tanımlanabilir. Kimileri Marx'ın Kapital'in 1. cildi, 1. bölümdeki savının özel yaklaşımını savunuyor. Bu kategoride aklıma ilk başta Rudolf Hilferding, Andrew Kliman ve Guglielmo Carchedi geliyor. Daha sonra Marx'ın bu bölümdeki savını analitik bir kanıt olarak sunmanın yanlış olduğunu söyleyenler var. Aksine, değerin içeriğinin soyut emek olduğu savı Marx'ın yöntemi (üretim tarzlarının bütün insan toplumunun örgütleyen ilkesi olduğu) kapsamında anlaşılmalıdır. I. I. Rubin bu yaklaşımı benimser. Üçüncü bir yaklaşımda benim de son zamanlarda incelediğim Rough Theory# blogunu tutan Nicole Peppereli'nin güncel bir çalışması var, kendisi 1. ciltin ilk bölümünün yapısının oldukça özgün olduğunu öne sürüyor. Marx'ın, burjuva yöntemle alay aracılığıyla okuyucu çekmek için toplumsal bağlamdan ayrılmış, tek yanlı, basit bir analitik kanıtla başladığını ileri sürüyor. Ancak bölümün sonunda bu basit analitik formülün rolünü değiştirerek, fetişizm savını yerleştiriyor... İlginç bir yaklaşım. Zaman zaman bu yaklaşımların bazılarını birleştirmeye çalıştım.

3. Örneğin, bu Marx'ın, bütün ayrıntıları bu serinin 6. videosunda anlatılan tüm şeyleri açıklayan toplumsal olarak gerekli emek zaman kuramına sahip olmasını sağlıyor. Bu ayrıca Marx'ın, Ricardo tarafından kaçınılan bir açmaz olan ortalama kârlar sorununu çözen Üretim Fiyatları kuramını yaratmasını da sağlıyor. Bu benim “Hangi Dönüşüm Problemi” videomda açıklanıyor. Burada ima edilen başka bir kilit nokta (burada incelemeye zamanım olmadığını hissettim) emek gücü ile emek arasındadır. Bu konu “sermaye nedir” ve “kâr nereden gelir?” gibi daha önceki/beceriksiz videolarımdan bazılarında ele alınmıştı.

Okuma Önerileri:
Ekonomi Politikten İktisada, Dimitri Milonakis ve Ben Fine,
Bu iktisat kuramının çok iyi bir tarihi, ekonomi politik içerisinden bütün farklı eğilimleri yöntembilimsel evrimini ve burjuva iktisatının kendisini, bütün karşıt eğilimleri çıkararak daima daraltıcı, özelleşmiş, matematiksel bir bilim olarak tekrar tanımladığı uzun tarihsel sürecini tartışıyor.

Diyalektik Görüngübilim; Marx'ın Yöntemi, Rosolyn Bologh
Bu kitabı gerçekten seviyorum. Sermayeyi anlamak için neden diyalektik analize ihtiyaç duyduğumuza dair okuduğum belki de en açık ve en ikna edici açıklama.

Yeni diyalektik ve Marx'ın Kapitali, Chris Arthur,
Arthur'un çalışmasından derlediğim belki de en önemli nokta, değer analizindeki bütün adımları kapitalizm bağlamında var olan adımlar şeklinde anlamanın gerekliliğidir. Arthur, sadece soyut olarak mübadeleden değer teorisinin bazı görünüşlerini geliştirme çabalarına karşı iyi eleştirilere sahip. Özellikle “basit meta üretimi” kavramına karşı iyi eleştirileri var. Bu dizide bu bakış açısını korumaya çalıştım. Şöyle ki, sürekli açıkça göstermeye çalıştım, ben kapitalizmle uğraşıyorum, mübadelenin soyut bir kapitalizm öncesi biçimiyle değil.

Diyaletiktiğin Dansı, Bertell Ollman
Diyalektiğe oldukça güzel bir giriş

Marx'ın Değer Yasası üzerine Denemeler, II Rubin, http://marxists.org/archive/rubin/value/index.htm
Bu özellikle üretim/mübadele ve içerik/biçim/öz üzerine iyi

Marx'ın İçkin Değer Kavramı, Andrew Kliman, http://libcom.org/files/kliman.pdf
Marx'ın değerin içeriği olarak emeği ve içkin değeri türeten mantıksal adımlarının oldukça ayrıntılı bir savunması.

Kapital, Karl Marx

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder