19 Şub 2013

Değer Yasası 4: Değer


Bu ev mahallemdeki birçok terk edilmiş evden biridir. “Varoş lordu” (çn. Gece kondu mahallesinde yüksek kiralar karşılığında köhne evler kiralayan mal sahibi) mülkleri yaşanmaz hale gelinceye kadar kötüleşmesine izin verir ve onu tekrar yaşanabilir hale getirmek için para ödemek istemez. Bu şehirde binlerce terk edilmiş ev ve binlerce evsiz insan var. Evler için zorunlu bir toplumsal ihtiyaç var olmasına rağmen bu mülkler bir toplumsal kullanımı yerine getirmezler. Neden getirmiyorlar? Çünkü bu mülklerin sahipleri onların kullanımıyla ilgilenmezler. Onlar mülklerin mübadele değeriyle, mülklerden aldıkları kirayla ilgilenirler. Evin kullanım değerinin gerilemesine rağmen onlarca yıl kira topladılar. Ve şimdi boş duran bu evler, kullanım değeri ve mübadele değeri arasındaki çelişkinin bir kanıtıdır.

Bu barınmayla sınırlı bir çelişki değildir. Üretici tarafından kullanılmak için değil de, mübadele edilmek için üretildiğinden her meta bu çelişkiyi içerir. Gezegende herkesi beslemeye yetecek kadar yiyecek var, yine de milyonlarca insan açlıktan ölüyor. Neden? Çünkü doğrudan toplumsal ihtiyaç için yiyecek üretmiyoruz. Para karşılığında satmak için yiyecek üretiyoruz. Toplum sera gazı emisyonunu azaltmak için gerekli teknolojik düşüncelerin çoğuna sahip ama bu düşünceleri uygulayacak kadar hızlı hareket etmiyor. Neden? Çünkü üretime çevreyle olan ilişkimizde doğrudan aracılık etme görevi yüklenmemiştir. Biz kâr etmek için üretiriz.

Pazarda emek ürünlerinin mübadelesi milyarlarca bireyin özel emeğinin koordinasyonunu sağlayan birçok yoldan biridir. Bazı insanlar bunun insanın üretken etkinliğini koordine etmek için en iyi yol olduğunu düşünür. Oysa Marx, kapitalizmin tüm dinamikliğine ve teknolojik ustalığına rağmen, koordinasyonun bu şeklinin merkezinde temel toplumsal karşıtlıkların olduğunu gördü... Pazar mübadelesi için üretim derin eşitsizlik, sömürü ve kriz dâhil beklenmeyen birçok sonuca yol açar. Ve Marx'a göre tüm bu toplumsal karşıtlıklar bir metanın kendi içindeki çelişkisini, kullanım değeri ve mübadele değeri arasındaki çelişkisini  anlamadan anlaşılamaz.

Kullanım Değeri'ne karşı Mübadele Değeri

Metanın bir yararı vardır. Bu onun kullanım değeridir. Kullanım değeri bize ne anlatır? Bize metanın toplumsal bir ihtiyacı nasıl karşıladığını söyler. Herkesi beslemek istiyorsak belli bir miktar yiyecek gerekir. Herkes için bir ev inşa etmek istiyorsak belli bir miktar ahşap ve çivi gerekir. Bazı şeylerin kullanım değerine ulaşmak için çabalamak gerekmez: hava, güneş, yer çekimi, vb. Diğerlerine ulaşmak için çaba gerekir. Kullanım değerlerinin üretimine ayrılabilen emeğin miktarında sonlu bir sınır vardır. Toplum bir şekilde farklı kullanım değerlerinin arasında bu emeği bölüştürmek zorundadır. Teknoloji değiştikçe kullanım değerlerinin üretimi için gerekli emek miktarında azalma olur, bu da emeğin bölüşümünde bir değişikliğin işaretini verir. Teknoloji insan emeğinin üretme yeteneğini yeniden şekillendirmek için evrim geçirdikçe bizim ihtiyaçlarımız ve arzularımız da evrim geçirir.

Farklı toplumlarda bu emek farklı yöntemlerle bölüştürülür.  Piyasa toplumunda, pazardaki emek ürünlerinin alınıp satılması, şu veya bu kullanım değerinin üretimi arasında emeğin bölüştürülmesine hizmet eder. Bu piyasa toplumlarına özgün ikinci bir tip değer yaratır: mübadele değeri.

Mübadele değeri bir malın başka bir malla değişimini sağlayan orandır. Belki bir kitap bir somun ekmekle değişilebilir... Veya yeni bir araba bin şişe viski ile. Bu oranların hepsi mübadele değerleridir. Diyorlar ki bir kitap şu kadar ekmek, bir araba da şu kadar viski değerindedir. Gelişmiş piyasa toplumunda nihayetinde tüm metalar değerlerini tek bir meta ile ifade eder. Bu meta da paradır. Bir meta diğer tüm metaların mübadele değerlerini gösterdiği yerde başlıca meta olarak ortaya çıkar. "Bu paranın ne olduğudur." Kapitalizmin tarihinin bir çok döneminde bu meta altın olmuştur. Domatesin veya arabaların veya beyzbol topunun altına oranlarının kıyaslanmasıyla tüm metaların mübadele değerleri altının oranına göre belirlenmiştir.

Metaların bu iki yönü, kullanım değeri ve mübadele değeri, iki karşı biçimi, karşıt kutupları oluşturur. Kapitalizmin toplumsal karşıtlıklarının çoğu kullanım değeri ve mübadele değeri arasındaki gerilimden kaynaklanır. Tabii ki, çoğu zaman bir metaya baktığımızda çok da karşıtlıklar içeriyor gibi görünmez. Bunun nedeni metanın arkasındaki karşıt toplumsal ilişkilerin görünür olmamasıdır. Fakat metaların mübadelesi etrafında kurulmuş bir topluma baktığımızda birçok toplumsal karşıtlıklar görebiliriz. Kullanım değerinin ve mübadele değerinin karşıtlığından bu toplumsal karşıtlıkların nasıl ortaya çıktığını anlamak için ikisine de daha yakından bakmamız gerekecek...

Onu kullanamazsınız ve mübadele edemezsiniz!

Eğer ben bir domates satıyorsam bu domatesin benim için hiç kullanım değeri yoktur. Sadece onu satın alan kişi için kullanım değeri vardır. Ben sadece mübadele değeri ile, onun için ne kadar para aldığımla ilgilenirim. Kapitalist bir toplumda üretim kullanım için değildir, mübadele içindir. Bu demek oluyor ki mübadele değeri yaratma kabiliyetinin dışında emeğimizin kullanışlılığına içkin ilgimiz yoktur. Şimdi, toplumsal bir bakış açısından, ne tür bir emek kullandığımız çok önemli: Bombalar mı veya çiçekler mi yaparız? Petrol veya çörek? Fakat birey olarak bunda hiç payımız yok. Para kazanmak, mübadele değeri elde etmek için üretiriz.

Neden insanlar kendi kullanımları için değil de mübadele etmek için üretirler? Çünkü kapitalist bir toplumda işçi sınıfı kendi geçimini üretmenin araçlarına sahip değildir. Çalışan insanların yaşamsal ihtiyaçlarını karşılaması için tek yol onları pazardan satın almaktır. Ve bunu yapmanın tek yolu bir ücret karşılığında bir kapitaliste emeğimizi satmaktır. Tüm yaşamımızı bir işverenin kâr etmesi için harcarız, böylece bu ücreti günlük ekmeğimizi elde etmek için pazarda harcayabiliriz. İşimiz kişisel tatminimizi sağlayan bir araç değildir. İşimiz para kazanmanın bir aracıdır, böylece pazarda tatminimizi satın alabiliriz.

Burjuva subjektif değer teorisi "mübadelenin ikili-eşitsizliği"nden söz eder. Mübadele olmasının tek nedeni iki kişinin bir başkasının ürettiği ürüne kendi ürettikleri ürünlerden daha fazla değer biçmesidir, der. Marx aslında bundan daha öteye gider. O, satıcı için metanın mübadele edilebilir olma gerçeği dışında hiçbir kullanım değeri olmadığını söyler.

"Mübadelenin ikili-eşitsizliği" burjuva teorisi insanlar kendi istekleri için üretir ve sonra pazarda fazlalığı elden çıkarırlar yanılgısı vermekle kalmaz, aynı zamanda tüketicilere kapitalistin kâr-maksimizasyonu mantığını dayatır. Tüketicilerin mübadeleden öznel bir kâr elde ettiğini iddia etmek, işçilerine bir miktar para ödeyen ve bu işçilerin ürününü daha büyük para miktarlarına satan kapitalistin elde ettiği gerçek, nesnel kârın tamamen soyut ve ölçülemez bir öznel kâr kavramına dönüştürür. Fakat metalar için öznel tercihler sayısal bir biçimde ölçülemez, bölünemez, eklenemez veya karşılaştırılamaz. Tüketicilere sermayenin mantığını dayatmak sermayenin analizinin kapsamından sınıfı etkili bir şekilde siler.

Mübadele değerinin gizemi...

Bir kitap = 1 araba. Bunun anlamı nedir? Bir şeyin başka bir şeyden çok daha değerli olduğunu söylemek ne anlama geliyor?

Bazı insanlar bir metanın yararlılığının buna yanıt verebileceğini söylerler. Fakat şeylerin kullanımı kıyaslanamaz. Kitapları okursun. Araba kullanırsın. Onlar tamamen ilişkisiz ve kıyaslanamaz kullanıma sahiptir. Belki kitapları arabalardan daha çok seviyorsun. Bu kitapların arabalardan daha değerli olduğu anlamına mı geliyor? (1)

Bir kitabın pek çok kavanoz fıstık ezmesi veya pek çok fincan kahve değerinde olduğunu söylemek ne anlama geliyor? Açıkçası kavanozlarca fıstık ezmesi veya fincanlarca kahve bir şeyi ölçüyor. Ve açıkça bir başka meta bu şeyi ölçmek için kullanılabilir. Bir kitap pek çok kalem, pek çok yavru kedi, pek çok araba lastiği değerinde olabilir... Ve bu mübadele değerlerinin her biri kitabın değerini ölçmenin farklı yolları olabilir.

Bu demek oluyor ki kitabın onu ölçmek için seçtiğimiz belirli metadan bağımsız bir değeri vardır. Kitabın değerini biralarla, fasulyelerle veya yavru kedilerle ölçsek de aynı kalır. Oysa bu değeri göremeyiz. Diğer metalarla mübadele edildiği için sadece kitapların belirli mübadele oranlarını görürüz. Değişen tek şey bu değerin "görünüm biçimidir" - bu değerin dışavurumudur. Fakat bu mübadele değeri gerçekten bir metanın değerinin bir başkasının değeriyle kıyaslanması mıdır? Bu mübadele değerlerinin akla yatkın gelmesinin, çalışmasının tek nedeni kendileri tarafından ölçülen değer adında bir şey olmasıdır. Mübadele değeri zorunlu olarak altında yatan değerin varlığına işaret eder. Marx "içkin değer" kavramını kullanır. Bununla değerin metada saklı olduğunu veya onun büyülü bir şekilde metaya bahşedilmiş olduğunu söylemiyor, fakat pazardaki metaların her birinin kendi değerleri olmaksızın birbiri ile karşılaştırılmasının imkansız olduğunu söylüyor. Ama bu değer nedir?


Üçüncü şey nedir?

Mübadele değerinin, metaların farklı mübadele oranlarında ifade edilen bir içkin değere sahip olduğuna işaret ettiğini gördük. Bu değer kullanım değeri veya mübadele değeri değildir ancak üçüncü bir şeydir. Bu değer nedir? Nereden geliyor?

Belirsizlik içerisinde olduğunuzu biliyorum o yüzden lafı dolandırmadan söyleyeceğim: Marx, toplumun bu malların üretimi için ayırdığı emek zamanın bu temel değeri hesapladığını öne sürüyor. Yaratılmak için daha çok emek harcanmış metalar daha az emek harcanmış olanlardan daha değerlidir. Emek daha üretken olmaya başladığında bir şeyler üretmek daha kolay olacağı için onların değeri düşer. Ama bu 3. şey olarak seçilen emek için Marx'ın gerekçesi nedir?

Marx'ı eleştiren Bohm-Bawerk tüm metalar için ortak olan bir çok özellik olduğuna dikkat çekti. Bohm-Bawerk: Emeğin ürünü olmalarının yanında, bütün metalarda ortak olan bir çok özellik vardır. Marx kıtlık veya faydanın üçüncü şey olduğunu kolayca söyleyebilirdi. Bu, elbette, metalara duyulan öznel isteklerle ilişkili olarak kıtlıklarının metanın değerini belirlediğini ileri süren marjinal fayda teorisinden alınmış bir yaklaşımdır. Marx neden buna yönelmedi?

Özellikle, kıtlık ve fayda emeğe referans vermeksizin anlaşılamaz. Zaman içinde herhangi bir noktada bulunan meta miktarı, meta üretimine ayrılmış olan emek miktarıyla ilişkilidir. Ve fayda, emek sürecinden ayrık sadece biraz soyut, bireysel bir töz değildir. Öznel istekler sadece gerçek eyleme dönüştürüldüklerinde, pazardaki şeyleri satın aldığımızda ekonomik olarak sayılırlar. Bir alıcı olarak pazara girmenin tek yolu aynı zamanda satıcı olmaktır.  Emek ürünlerimizi satmak ve sonrasında istediğimiz metaları satın almakta bu parayı kullanmak zorundayız. (Daha belirgin bir biçimde, işçiler işverene çalışma yetilerini, emek güçlerini satar. İşveren pazarda bu emeğin ürünlerini satar. İşçiler bir ücret biçiminde bu değerin bir bölümünü alır.) İsteklerimize ulaşmanın tek yolu emek ürünlerinin alınması ve satılmasıdır. Kapitalizm sadece isteklerimizi şekillendirmekle kalmaz, aynı zamanda onlara nasıl ulaşacağımızı da belirler.

Fakat Marx'ın bu temel değerin belirleyicileri olarak kıtlık ve faydayı neden seçmediğinin önemli bir nedeni daha var. Fayda ve kıtlığın her ikisi de bireyler ve nesneler arasındaki ilişkiyi tanımlar. Marx insanlar arasındaki ilişkilerle ilgilenir. Eğer Marx'ın meta fetişizmi hakkındaki tezine dönecek olursak, kapitalist bir toplumda insanlar arasındaki ilişkilerin şeyler arasındaki ilişkilerin biçimlerini aldığını hatırlarız. Nesneler tek başlarına güce ve değere sahip görünürler. Fakat bu görüngüler dünyası tüm hikâye değildir. Metalar arasındaki bu değer ilişkileri, aslında, metaların mübadelesi sayesinde dolaylı olarak koordine olmuş çalışan insanlar arasındaki ilişkilerdir.

Herhangi bir toplumsal teorinin başlama noktası yaşadıkları dünyayı yaratmak için çalışan insanların üretken etkinliği olmalıdır. Bu sadece toplumun analizi için en iyi başlangıç noktası olmakla kalmaz, aynı zamanda dünyayı değiştirme ihtimalinin peşinde koşmayı amaç edinmiş radikal bir toplum teorisi için en iyi başlangıç noktasıdır. Eğer insan toplumunun birtakım doğal veya kutsal ebedi mantığın sonucu olmadığının, sadece kendi emeğimizin yaratımı olduğunun farkına varırsak, bu toplumu olmasını istediğimiz yapıda kalıba dökmek ve şekillendirmek için güce sahip olduğumuz anlamına gelir. Kapitalist bir toplumda bu yaratıcı güçler, toplumu gerisin geri etkileyen ve toplumu yaratıcılarının iradesine karşı şekillendiren değerin ve sermayenin bir dış dünyası biçimini alır. Yine de sonuç olarak sermaye dünyası kendi yarattığımız ürünlerden başka bir şey değildir. Eğer gerçekten dünyayı değiştirmek istiyorsak, bu; doğaya, Tanrı'ya, kadere, veya uzmanlara değil, bize bağlı. Bu değer yasasının radikal meydan okumasıdır.

Gözden geçirelim ve açıklığa kavuşturalım:

1.Bir metanın yararlılığı onun kullanım değeridir. Faydalar nicelik olarak karşılaştırılamaz.
2.Bir metanın mübadele değeri diğer metalar ile mübadele edilmesindeki oranlardır.
3.Fiyat mübadele değerinin özel bir tipidir, bir metanın parayla mübadele edilmesindeki orandır.
4. Birbirlerine karşı metaların değerlerinin ölçülmesi gerçeği onların içkin bir değere sahip olduğunu ifade eder.
5. Bu içkin değer ne fiziksel bir şeydir, ne de metalara bahşedilmiş sihirli bir şeydir. Emeğin her yerdeki bütün ürünleri için var olan zamansız bir özellik değildir. Değer, Marx'ın kullandığı ifadeyle, birbirinden yalıtılmış üreticilerin emeğinin meta mübadelesi aracılığı ile koordine edilmesidir. Birbirinden yalıtılmış emekleri, pazar yolu ile birbirinden ayrılmış farklı bireyleri bağlayan toplumsal tözdür.

Fiyat ve Değer (kısa bir ayrım)

Değer ve fiyatın aynı şey olmadığını belirttik. Bir sandviçin değeri 1 emek saati olabilir. Oysa bu sandviçi satın aldığımızda bu 1 saati göremiyoruz. Tüm gördüğümüz onun fiyatıdır. Fiyat, metaların mübadele değerinin para ile ölçümüdür. Değeri sadece metalar arasındaki bu nicel ilişkilerde dolaylı olarak görürüz. Değer ve fiyat dolaylı olarak bağlı olmasına rağmen, bağlantıları yine de güçlüdür. Eğer talebin artması sonucu sandviç fiyatları artarsa bu, talebi karşılamak için sandviç yapan emek gücü akışını tetikleyecektir. Talep ve arz dengeye geldikten sonra ise fiyat değere yaklaşır. Sandviç yapma üretkenliği artarsa sandviç yapmak için gereken zaman düşer. Arz yükselir ve fiyat düşer. Fiyatlar ve değerler birbirinin etrafında dalgalanır, sürekli olarak birbirini belirler.

Sonuç

Dikkat etmemiz gereken son şey bu değer kavramının tarihsel olarak özgül olmasıdır. Kapitalizmin yasalarını önceyi de kapsayacak şekilde esneterek tarihin tüm alanına fayda ve sermaye kategorilerini yansıtan burjuva iktisat teorisinin aksine, Marx'ın değer teorisi mübadele için üretimin egemen olduğu topluma özgü toplumsal örgütlenmenin belirli bir tipini tanımlar. Doğrudan kullanım için değil de mübadele için ürettiğimizde, üretken eylemimizin Marx'ın "değer yasası" dediği bilinçsiz iktisadi yasalar tarafından düzenlendiğini anlarız. Daha önce kullanım değeri ve mübadele değeri arasında bir karşıtlık olduğunu söylememize rağmen şimdi bunun  gerçekten kullanım değeri ve değer (mübadele değeri değerin bir ifadesi olduğu için) arasında bir karşıtlık olduğunu söyleyebiliriz. Üretim, kullanım yerine değer üretimi için üretim olduğu sürece bu çelişkiden doğan toplumsal karşıtlıklarla ilgilenmek zorunda olacağız. Kâr mantığı toplum üzerinde yararlılık mantığından ziyade egemen olacaktır. Ve işin doğası, işçi yaşamının veya iş deneyiminin kalitesini artıran tüm maliyetlerden ziyade kârı maksimize etmek olacaktır.

Dipnotlar

1. Neoklasik iktisatçılar tarafından metaların yararlılığını temel bir öze indirgeme çabaları olmuştur. Hâlihazırda yararlılığı temsil edecek olan bir temel öz olmadığı için “utles” adını verdikleri hayali bir öz uydurdular. Bu iktisatçılar aslında şöyle şeyler diyorlardı: “Bir fincan kahve 13 utles ve bir araba 3000 utles fayda içerir”. Ancak bu gibi faydayı indirgeyecek hayali öz bulma girişimleri genellikle oldukça aptalca ve yanlış yönlendirilmiş bulunmaktadır. Neoklasik iktisatta bu kavram genellikle derece tercihleriyle veya derecelendirilmiş fayda ile değiştirilmiştir: bir tüketici talep tercihlerinin bir derecelendirmesine sahiptir ancak bu yaygın bir ölçeğe indirgenememektedir. Bu şekilde değer sorunu, bir metanın öznel toplumsal talep ile belirlenen belli bir miktar değer içerdiği açısından, çoğunlukla terk edilmektedir: metalar değer içermiyor, ancak tüketiciler tercih derecelendirmesine sahip ve bu tercih derecelendirmeleri fiyatları oluşturuyor. Bu yaklaşım önceki marjinal fayda teorisindeki kuramsal sorunların çoğunu (isimlendirecek olursak öznel faydanın ölçülemez doğası) rahatlıkla ortadan kaldırır, ancak içsel bir döngüsellik içerir: tüketici tercihleri bir boşlukta biçimlendirilmemektedir. Tercihler önceden var olan mübadele oranlarının dayanağıyla biçimlendirilmektedir. Metaların fiyatları değiştikçe, metaların tercih derecelendirmeleri de değişmektedir. Bu yüzden fiyatlar marjinalistlerin öznel fiyat biçimlenmesini kuramsallaştırabilmesi için önceden var sayılmalıdır. Bu döngüseldir. Yok sayılan açık gerçek emeğin üretkenliğidir. Bu üretkenlik değiştikçe fiyatlar da değişir. Marksistler tarafından marjinalizme yapılmış çok sayıda başka eleştiriler de vardır. Belki ileride bir gün bu konu hakkında daha fazla yazabilir/üretebilirim.

Çeviri Kaynak: http://kapitalism101.wordpress.com/2010/06/13/law-of-value-4-value/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder