20 Şub 2013

Değer Yasası 9: Soyut Emek


[Soyut Çalışma-Bölüm 1’in video üretimi benim (şimdilik M olarak adlandıracağım ve aynı zamanda editör olan) fantastik bir film yapımcım tarafından tamamlandı. O, videoya tutarlı, karanlık hava vererek gerçekten harika bir iş yaptı ve ben bu projede onunla birlikte çalışabildiğim için çok mutluyum.]

Para sizi gerçekten becerebilir. Evinizi kaybetmenize neden olabilir. İşe gitmenize neden olabilir. Hükümetlerin devrilmesine, savaşların çıkmasına, ormanların yerle bir edilmesine neden olabilir...

Tabi ki para kendi başına hiçbir şeydir: kâğıt parçaları, bilgisayardaki rakamlar... Ve tabi ki para, kelimenin tam anlamıyla evlerinizin kaybedilmesine, hükümetlerin devrilmesine, savaşların oluşmasına veya becerilmenize yol açmaz. Bunları yapan insanlardır. Para insanları bu gibi şeyleri yapmaya zorlayan tuhaf bir güce sahipmiş gibi görünür. Belli bir toplumsal güce sahiptir.

Para ne tür bir toplumsal güce sahiptir? O, bizim onda olmasını isteyebileceğimiz herhangi toplumsal bir güce sahipmiş gibi görünür. Toplumsal yaşamın pazar mübadelesi tarafından düzenlendiği bir toplumda, para bu toplumsal yaşamın herhangi bir yönünü satın alma, herhangi bir eyleme zorlama, herhangi bir karmaşık faaliyeti düzenleme becerisine sahiptir. Ne kadar çok paramız olursa, o kadar çok bu toplumsal gücü yönetme becerimiz olur. Bu özgül olmayan bir güçtür: Herhangi belirli bir faaliyete, metaya veya kişiye bağlı değildir. Bu soyut olarak toplumsal bir güçtür.

Bu, silah veya tank biçiminde bir toplumsal güç değildir. Bu, metalar arasındaki niceliksel ilişkileri ölçmek için kullanılan, tuhaf değer simgeleri biçiminde olan toplumsal güçtür. Bu soyut toplumsal güç başka bir isimle ifade edilir: değer. Toplumun değer kuralına olan bağlılığını biz "Değer Yasası" olarak adlandırıyoruz.

Başka zaman ve yerlerde toplumsal güç bir kılıç şeklini aldı. Bu doğrudandı, somuttu. Ama değer, bunun gibi değildir. O soyuttur. Onun nereden geldiğini nereye gittiğini bilmeyiz. Bu %1'den gelmez. Bu Amerikan Merkez Bankası'ndan gelmez. Bu belirli bir toplum örgütlenmesinden gelir. “Soyut olarak değerin varlığı için ne tür bir toplum örgütlenmesi gereklidir?"

Bu sadece akademik bir soru değildir. Bu soru kapitalizmi nasıl anladığımızın ve kapitalizme alternatifleri nasıl tasavvur ettiğimizin özüne iner. Çoğu zaman, sermayenin egemenliğini sonlandırmak için oldukça farklı reçeteler duyarız: özel mülkiyetin kaldırılması, ücretli emeğe son verme, devleti ele geçirme, devleti ortadan kaldırma, parayı demokratlaştırma, parayı ortadan kaldırma ve benzeri. Kapitalist toplumu oluşturan bir çok farklı görünüş, içsel ilişkilerin yoğun örgüsünde iç içe geçmiş bir çok farklı parça vardır ve hepsi de yaşamlarımızın üzerinde değer ilişkilerinin egemenliğinin işaretini taşırlar. Parçaların bütünle ilişkisini nasıl anladığımız, anti-kapitalist bir projeyi nasıl anladığımızı etkiler.
Yani, "Soyut olarak değerin varlığı için ne tür bir toplum örgütlenmesi gereklidir?" diye sorduğumuzda, kapitalist toplumun içsel ilişkilerinin keşfi için zemin hazırlamış oluruz.

Serbest piyasa

Burjuva teorisi kendi bakış açısını piyasa alanına göre sınırlama eğilimindedir. Bu yüzden o, kapitalizme her zaman "ücretli işçi toplumu" veya "üretim sistemi uğruna üretim" demek yerine "serbest piyasa toplumu" veya "serbest girişim sistemi" der. Bu dar bakış açısıyla bakıldığında, bizler yalnızca kendi özgür iradesiyle karşılıklı yararlı mübadeleler yapan bireyleri görürüz. Bu açıdan bakıldığında, değer, piyasa aktörleri arasındaki karşılıklı anlaşmaların iyi niyetli bir yan ürününden başka bir şey değilmiş gibi görünür. Bu bakış açısının iyi niyetli doğası sadece karşılıklı yararı savunan anarşistleri değil aynı zamanda anti-kapitalist görüşleri içerisinde pazar mübadelesinin bazı unsurlarını korumak isteyen bazı sosyalistleri de etkiler.

Ama mübadelenin bu dar resmi aslında soyut olarak değerin görüngüsünü açıklamak için yeterli değildir. İki Robinson Crusoe çölde ticaret için karşılaştıklarında, onların mübadeleleri hiç de soyut değildir. Bu ilişkiler daha çok somut kişisel arzuları ile ilgilidir. Bu, metalar arasındaki düzenli, öngörülebilir mübadele oranlarını gözlemleyebileceğimiz, mübadele yoluyla örgütlenmiş toplumlarda tamamen başka bir şeydir.

Şeyler arasında öngörülebilir, güvenilir mübadele oranları oluşturabilmemiz için, mübadele etmek zorunda olduğumuz şeylerin miktarı, yarın elimizde ne kadar olacağı ve bunun gibi şeylere dair bazı öngörülebilir bilgiler olmalıdır. Bazı öngörülebilir kaynaklara sahip olmalıyız. Sürekli olarak bu kaynakların yenilenmesini sağlayan güç tabi ki insan emeğidir.

Bu, bize soyutlamalar tarafından yönetilen toplumumuzun daha bütünlüklü bir resmini verir. Bu toplum, sadece serbest mübadele toplumu değil, aynı zamanda bu mübadelenin üretim tarafından düzenlendiği toplumdur. Metaların insanlar tarafından üretilmesi, bu metaların hem talebini hem de arzını oluşturur. Metalar arasındaki mübadele oranları, kendi değerleri, bu toplumsal emek sürecini düzenleyen göstergelerdir. Böylece biz mübadele ve üretimin sürekli birbirini düzenlediği bir topluma sahibiz. Meta değerlerinin pazardaki hareketleri ardında, emeğin bir görevden diğerine hareketinin paralel süreci yatar. Paranın toplumsal gücü, değeri, onun bu emek üzerinde dolanıp durma becerisinde yatar.

Soyut Emek

Eğer paranın soyut toplumsal gücü emeği ölçme ve denetim altında tutabilme becerisinden geliyorsa, bu emek ne tür bir emektir? Örme? İnşa etme? Şarkı söyleme? Bu herhangi bir emek türüdür. Genel olarak emek. Soyut Emek.

Biz, ne tür bir toplumun soyutlamanın kurallarını ve değer yasalarını mümkün kıldığını sormakla başladık. Pazar mübadelesinin yüzeysel görünümünün içine nüfuz ettikten sonra, metalar arasındaki değer ilişkilerinin doğrudan bu metaları üreten emekle ilişkili olduğu bir toplum olduğunu bulduk. Ve şimdi bu değer ilişkilerinin soyutluğunun, emeğin soyut doğasıyla paralel olduğunu gördük. Bu, ne tür bir toplumun bu çeşit soyutlamaları mümkün kıldığı sorumuza yanıt verir mi?

Hayır.

Bazen Marx "soyut emek" kavramı yüzünden eleştirilir. Bazıları "Marx için bütün bu değişik türde emeği teorik olarak eşitlemek nasıl mümkün olabilir?" diye sorar. Kol emeği ve kafa emeği? Vasıflı ve vasıfsız emek? Vs? Onlar "Emek hiçbir zaman soyut değildir", "her zaman emeğin belirli bir türü vardır" diye iddia ederler.

Marx'ın yanıtı kendine özgüdür: Bütün bu farklı emek türlerini teorik olarak eşitlemek zorunda değiliz. Toplum bunu bizim için yapar. Toplum zaten bütün emeğe soyutlamaymış gibi davranır. Bireyler olarak bizim için işimiz çok somut ve çok önemli görünür. Ama aniden ekonomik kriz yüzünden işimizi kaybettiğimizde, işlerin başka ülkelere taşındığını gördüğümüzde, bütün vasıfların makinalarla değiştirildiğini gördüğümüzde, bizim kendi geçimimizin kapitalizm için bir anlamı olmadığının farkına varırız. Sermaye için, işimiz sadece, koca bir kâr hesaplayıcısının soyut birimidir. Biz sadece oradan oraya taşınan bir rakamdan ibaretiz. Bu anlamda, işimiz bize çok özel ve somut görünse bile, kapitalizm için tümüyle soyuttur. Bütün mesele onun değer üretmesidir.

Eğer soyut emek felsefi bir fikir değil fakat gerçek bir görüngü, kapitalizmin kendisi tarafından yapılan gerçek bir soyutlamaysa, bu bizi tekrar sormaya yönlendirir: ne tür bir toplum bunu mümkün kılar?

Yanıt şudur:

Emeğimizin, kapitalizmin kâr hesaplayıcısının soyut bir birimi olması için, sermayenin işimize sahip olması gerekir. Çalışma süremiz bir meta olmalıdır. Değer yasasıyla yönetilen bir toplum, ücretli emeğe ihtiyaç duyar.

İnsanlar meta değildirler ama çalışma becerileri metadır. Buna "emek gücü" denir. Metaları satın alma ve satmanın iş bölümünü düzenlediğini ve emeği farklı görevlere bölme işaretleri gönderdiğini söyledik. Bu sadece emek gücünün kendisi satın alınabilen, satılabilen ve dolaşabilen bir meta ise mümkün olabilir. Ücretli emek, "piyasnın gizli elinin" emeğin girdilerini dolaştırdığı mekanizmadır.

Sonunda, ilk baştaki sorumuza yeterli bir yanıt bulabildik: ne tür bir toplum, değer yasasını, toplumun değerin soyutlamasına itaatini mümkün kılabilir? Değer soyutlamasının, emek soyutlamasına bağlı olduğunu gördük. Ve bu soyut emek, emek gücünün bir meta olarak varlığına dayanır. Emek-gücü bir meta olduğunda o emeğin özel kullanımları sermayeyi ilgilendirmez. Bütün önemli olan, kârın, bu emeğin sömürülmesiyle elde edilebildiğidir. Bu emeğin süveter mi ördüğü veya silah mı ürettiği önemli değildir. Haftada 80 saat çalışmamızın veya tehlikeli işlerimizin olmasının önemi yoktur. Madenler üzerimize çökse de farketmez. Yerimize robotların geçmesinin veya işimizin başka bir yere taşınmasının bir önemi yoktur. İşsizliğin ücretlerimizi aşağı çekmesinin bir önemi yoktur. İşimiz sadece değer üretiminin, toplumsal güç üretiminin bir girdisidir. Sermaye herhangi bir amaca yönelik olmadan sadece kendi uğruna bu değerin, bu toplumsal gücün genişlemesidir.

Değer toplumsal bir güçtür, çünkü insanlara hükmeder. Onların zamanını satın alır ve onlara isteğini yerine getirmelerini emreder. Bunu işçinin veya tüketicinin iyiliği için yapmaz. Bunu %99'un veya %1'in iyiliği için yapmaz. Bunu kendi iyiliği uğruna değer üretmek için yapar. Bu süreçten ciddi boyutlarda yararlanan bazı insanlar olsa da, bunun insani bir amacı yoktur.

Konu derinleşir.

Oysa bu soruya yanıtımız hala diğer sorulara işaret eder. Ücretli emeğin baskın emek biçimi olabilmesi için ne tür bir toplum gerekli? İnsanların kendi üretim araçlarına erişiminin olmadığı ama onun yerine hayatta kalmak için piyasada emek güçlerini satmak zorunda olduğu bir topluma sahip olmalıyız. Bu, özel mülkiyet, bu özel mülkiyeti korumak için bir kapitalist devlet ve bizi pasif tutmak için bir sürü uyuşturucu ve yumuşak bir caz gerektirir. Bu nedenle, değer yasası ne zaman çöküyor gibi gözükse, tıpkı ekonomik bir krizde olduğu gibi, hükümet değer ilişkilerinin pürüzsüz işleyişini yenilemek için bir adım atmak durumundadır.

"Soyut olarak değerin varlığı için ne tür bir toplum örgütlenmesi gereklidir?" şeklindeki sorumuza verilecek basit bir yanıttan ziyade, toplumsal süreçlerin karmaşık örgüsüne ulaştık. Damgalayacak tek bir temel kötülük bulamadık. Bunun yerine, değer sorusuyla örtüşen birbirinden farklı birçok boyut olduğunu gördük. Her biri değer yasasının farklı bir yönünü yansıtan, toplumsal güç, değer ilişkileri, sınıf, mülkiyet ilişkileri ve devletin tümü tahlilimizle ilişkilidir.

Sonuç

Öyleyse, eğer sermayeyi devirmek istiyorsak, bu bütünün hangi parçalarından kurtulmamız gerekiyor? Bana göre tüm bunlardan kurtulmamız gerekir: değer, para, soyut emek, ücretli emek, sermaye, özel mülkiyet, "devlet"...vb. Kimileri bu kadar hevesli olmayabilir. Bu konudaki farklı politik fikirler, kapitalist toplumu bir araya getiren içsel ilişkileri farklı şekilde anlamaktan gelir.

Piyasa sosyalistinin görüşüne göre, tüm yapmamız gereken işyerindeki sınıf ilişkilerini, kooperatif işyeri ile değiştirip, pazar mübadelesini aynen korumak gibi görünür. Ama böyle işbirlikli bir toplumda da hala ücretli emek, toplumsal olarak gerekli emek zaman, soyut olarak değer ve soyut emek bulunurdu. Kooperatifler yine de üretimi artırmak ve rekabette kalmak amacıyla artı değer üretmek için rekabet tarafından zorlanacaklardı. Üretim, hala toplumu iyileştimek için değil, artı değer üretmek için olacaktı. En etkili ve başarılı firmaların, kooperatif yapısının en az, emek disiplininin en çok olduğu firmalar olacağı muhtemeldir.

SSCB'nin ve Çin'in 20. yüzyıl komünizmi için, başlangıçta işçi sınıfının öncü gücü tarafından devlet iktidarının ele geçirilmesi, mülkiyetin kamulaştırılması, enternasyonalizm ve üretimin bir plan dâhilinde yönetiminin kapitalist üretim tarzından kopmak için etkili olduğu düşünülüyordu. Ancak planlamacıların planları sonunda, en despotik kapitalist üretim yerlerinin planlarına benzemeye başladı. Dünya pazarında yarışabilmek amacıyla planlamacılar işçilerden çıkarabilecekleri en yüksek artı değeri çıkarmaları gerektiğini buldular. Hâlâ ücretli emek, toplumsal olarak gerekli emek zaman, artı değer ve soyut emek vardı. Taşıma bandının Sovyet Rusya'ya getirildiği yılda onlar değer yasasının sosyalizme uygulandığını iddia etmek için ders kitaplarını gözden geçirdiler.

Bu anti-kapitalist politika konusunda ciddi olmak istiyorsak, kapitalizm analizimiz konusunda da ciddi olmamız gerektiği anlamına gelir. Bizim gerçekten ortadan kaldırmaya çalıştığımız nedir? Ve hangi örgütlenme biçimleri gerçekten etkili bir biçimde kapitalizmin yerine geçebilir?



BÖLÜM 2: Soyutlama

"Soyut" kelimesi çok farklı şey ifade edebilir. Bir resim, eğer temsili nesnelere atıf içermiyorsa soyuttur. Bir fikir, eğer somut örnekler dünyasının dışına çıkıyor ve genel ilkelerle uğraşıyorsa soyuttur. 9. videoda anlattığımız gibi, Marx "soyut emek"ten söz ettiğinde, bu terimi özgün bir şekilde kullanmıştır. Marx'a göre soyut emek soyutlaması filozofların zihninde gerçekleşen bir şey değil. Bu gerçekte olan bir şeydir. Bu bir "gerçek soyutlama"dır.

Bu, kısa tamamlayıcı Soyutlama konusundaki videoyu desteklemek için yeterli, ilginç bir öneri gibi görünüyor.

Soyutlamak ya da Soyutlamamak

Soyutlamak ne anlama geliyor? Biz her zaman soyutlarız. "Kadın" dediğimizde somut, belirli bir kadından söz etmiyoruz. Genel olarak kadınlardan söz ediyoruz. Ancak, soyut olarak kadın diye bir şey yoktur. Onunla barda karşılaşıp, ona bir içki ısmarlayamayız. Sadece somut, belirli kadınları deneyimleyebiliriz.

Karmaşık bütünlüğü içinde kapitalist bir toplumun sadece kendi somutluğuna, sadece trilyonlarca bireyin hepsi aynı anda meydana gelen belirli hareketlerine bakmaya kalkışmak çıldırtıcı olurdu. Geniş bir somut davranışlar alanını genel olarak kapsayan soyut kavramlar bularak kalıpları bir kenara koymak zorundayız. Pirinç, tanklar ve DVD'ler yerine metalar hakkında konuşmak zorundayız. Marangozluk, dişçilik, bisiklet tamirciliği yerine emek hakkında konuşmalıyız.
"Soyut" kelimesini kullandığımızda, fiil olarak soyutlama eylemini veya isim olarak soyutlamamızı oluşturan kavramı kastedebiliriz.

Kapitalizmin karmaşık bütünlüğünden çıkarmak için seçebileceğimiz ve en önemli, temel belirleyici soyutlama olarak nitelendirebileceğimiz birçok soyutlama var. Kendi soyutlamalarımızı biçimlendirirken yapmamız gereken tercihler var.  Soyutlama yöntemimiz ve parçaları biraraya getirme yöntemimiz açıklamaya çalıştığımız o bütünü nasıl anladığımızı belirler.

Analizimizde değerin soyut emeğin bir ifadesi olduğunu ve bu soyut emeğin meta mübadelesi aracılığıyla üretim örgütlenmesinin doğrudan sonucu olduğunu bulduk. Biz ayrıca bu örgütlenmenin sadece emek gücünün kendisi alınıp satılabilir bir meta olduğunda etkili olduğunu belirttik. Ve emek gücü sadece mülkiyet ilişkisinin özel bir biçimiyle ve bu mülkiyet ilişkisinin istikrarını garanti edebilecek devletin özel bir biçimiyle meta haline gelir. Böylece analizimiz değerin soyutluluğunu ve soyut emeği toplumsal örgütlenmenin somut biçimine "dayandırdı".
Gerçekliğin arkasında soyut bir öz aramaya koyulan analitik yaklaşımın yerine karşıt yaklaşımı uyguladık: değerin soyut fikrinden yola çıkarak, bu soyutlamayı mümkün kılan bütün bir dünyanın somut bir resmine vardık. Çoğu kez felsefede gündelik gerçekliğin somutluğu arkasındaki soyut varlıkları veya özleri tanımlamaya çalışan insanları görürüz. Marx ise tersini yapmak ister. O, değer soyutlamasını mümkün kılan toplumsal örgütlenmelerin özgül biçimlerini tanımlamak ister.
Soyuttan somuta doğru bu hareket aynı zamanda Hegel'in diyalektik yönteminin anahtar özelliğidir. Oysa Marx'ın bu yöntemi kullanma biçimi oldukça farklı: Marx'ın soyutlama yöntemi kapitalizmin gerçek toplumsal pratiklerine dayanmaktadır.

Soyut bir terim olarak "kadın" hakkında konuştuğumuzda hiçbir zaman "genel olarak kadın" ile karşılaşamayacağımızı, yalnızca belirli, özel bir kadınla karşılaşabileceğimizi belirttik. Bununla beraber "genel olarak değer" ile karşılaşabiliriz. Aslında, biz bunu hergün cebimizde bizimle beraber gezdiririz. Bu paradır. Yani değer soyutlaması, zihinsel veya felsefi bir şey değildir. Gerçek bir şeydir. Bu yüzden Marx kapitalizmin analizine değer biçiminin analiziyle başlar.

Ayrıca bu kapitalizmi anlamada Marx'ın yöntemini diğer burjuva yöntemlerinden ayırır. Von Mises gibi Avusturyalı ekonomistler için kapitalizmin teorisini çerçeveleyen temel soyutlama, özgür insan eylemlerinin soyutlamasıdır. Ama hiç bir zaman soyutta "insan eylemi" göremeyiz. O sadece felsefik bir araçtır ve bu yüzden felsefik bir sistem için, ideolojik olarak güdümlü başlangıç noktası olma konusunda çıkarımlarda bulunarak, keyfi bir başlangıç noktası olarak görünür.

Soyut emek gerçek bir soyutlama olduğundan dolayı bizim bu soyutlamadan inşa ettiğimiz teorik sistem, burjuva felsefesinde yaptığımız gibi, sadece verilen bir başlangıç noktasından kafamızdaki ilkeler ve düşüncelerle mantıksal olarak çıkarılan anlamların sorgulanması değildir. Aksine, buradaki soyutlama gerçek olduğundan, bu soyutlamayı gerçek toplumsal pratiğe dayandırmayı denemekle ilerlemeliyiz. Bu antropolojik bir araştırma haline gelir. 9. videoda, bizi analizimizde sürekli ileri sürükleyen sorunun "ne tür toplum bu soyutlamayı mümkün kılar?" sorusu olmasının nedeni budur. Bu tip bir soyutlamayı ortaya çıkaran toplumsal pratiklerin karmaşık sistemini açığa çıkarmak zorundaydık. Analizimizi gerçek toplumsal pratiklere dayandırdığımız bu gibi bir yaklaşım bizi fetişizm tuzağına düşmekten kurtarır.

Fetişizm

Çeşitli videolarda farklı açılardan ele alarak meta fetişizminden söz ettik. Bir anlamda fetiş kötü bir soyutlamadır. Bir fetiş, bütünün toplumsal gücünü, bütünün yalıtılmış, soyutlanmış bir parçasına iliştirir. Örneğin, "para güçtür" derken, değer biçimi tarafından hükmedilen emeğin toplumsal gücünü kastediyoruz ve onu küçük kâğıt parçalarına atfediyoruz. Paranın özünde toplumsal güç varmış gibi davranmak bir fetiştir.

Öte yandan, paranın toplumsal gücü, sırf süslü teorilerimizle fetişi açığa çıkardık diye kaybolmaz. Para gerçekten güçlüdür, çünkü değer gerçek bir soyutlamadır. Bu, Marx'ın fetiş iddiasını oldukça gizemli ve aldatıcı hale getirir. Bu kötü bir soyutlama yapmak ve bütünün gücünü bütünün bir parçasına atfetmek için bir şeydir. Bu soyutlama, teori ile değiştirilemeyen gerçekten varolan bir görüngü olduğunda, oldukça farklı bir şeydir.

Bulunduğumuz noktaya dayanarak iki farklı konuyu tartışabiliriz. Bir yandan para ve meta sadece nesnedirler ve herhangi bir içkin toplumsal güçleri yoktur. Değerlerini ve toplumsal biçimlerini, güçlerini emeğin özgül bir örgütlenmesinden türetirler. Öte yandan, para ve metaların toplumsal gücü bir yanılsama değildir. Kapitalist bir toplumda onların gerçekten değeri ve toplumsal gücü vardır. Fetiş gerçektir.

Kapitalizm hakkında düşündüğümüzde, meta fetişizminin bu tuhaf görüngüsü, bütün karışıklıklara öncülük eder. Bu, insanların, paranın içkin değerinin olduğu, sermayenin emek olmadan kendi artı değerini oluşturduğu ve mübadele değerinin metaların maddi özelliklerinden geldiği sonucuna varmalarına neden olabilir.

Marx sadece bu gibi düşünceleri redetmekle kalmaz. Bunun yerine onları, bizim henüz tartıştığımız, yaptığımız gibi aynı türden analizlere bağlar; bu düşünceleri gerçek toplumsal pratiklere dayandırmaya odaklanır. 9. videonun tümü paranın içkin bir değerinin olduğu düşüncesinin Marksist bir eleştirisi olarak görülebilir. Fikri red etmek yerine, bizler paranın gücünün olduğu gerçeğini kabul ediyoruz. Daha sonra da bu gücün paranın maddi özelliklerinden kaynaklanmadığını, fakat emeğin toplumsal örgütlenmesinin özel bir türünün sonucu olduğunu gösteriyoruz. Böylece biz bunun gibi bir düşüncenin, paranın güç olduğu düşüncesinin, toplumsal ilişkilerin özgül bir biçiminin sonucu olduğunu gösterebiliriz. Bu şekilde Marx, burjuva teorisinin istikrarını bozdu. O, burjuva düşüncelerini alır ve onların neden mümkün olduğunu gösterir.

Soyutlama üzerine bir ek not:

Analizin her adımında “değer”in anlamından kastettiklerimiz değişiyor. Metalar arasındaki mübadele oranlarını mı kastediyoruz? Bu metaların üreticileri arasındaki ilişkileri mi? Ücretli emeği mi? Özel mülkiyetin bütün kurumsal özelliklerini ve değer yasasına eşlik eden devlet şiddetini de mi hesaba katıyoruz? Tüm bu soruların cevabı "evet"tir. Diyalektik olarak düşündüğümüzde, bizim soyutlamalarımızın Bertell Ollman'ın "genişletme" dediği bir esneklik boyutu var. Soyutlamalarımız yanıtlamaya çalıştığımız sorulara bağlı olarak, daha çok veya daha az unsur içerebilir. Üretkenlikteki değişmelerin fiyatlara etkisinden söz ettiğimizde, bizim "değer" kullanımımız meta fiyatlarını emek zamanıyla ilişkisi içerisinde kapsar. Varolan ekonomik krizlere eşlik eden politik krizlerden söz ettiğimizde, "değer ilişkileri", değer üretiminin çelişkileriyle ilgili olduğu ölçüde, daha derin politik kurumlar kümesine işaret eder. Soyutlamamız ne sorduğumuza bağlı olarak teorik alana daha az veya daha çok genişletilebilir.

Ek Okuma Önerileri:
Kapital vol. 1 giriş bölümleri - Marx

Ekonomi Politiğin Eleştirisi, Bölüm 1 - Marx

Diyalektiğin Dansı - Bertell Ollman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder