21 Şub 2013

Değer Yasası 10: Değer ve Fiyat


[Bu, benim devam eden Değer Yasası serimin 10. videosu. Tartışmalı bir konu... Bakalım insanlar benim girişimim hakkında ne düşünecekler.]


Burada bir yo-yo var. Parçaların ve bütününün bir saatte yapıldığını düşünelim. Ve burada, bir çanta yüksek fruktozlu jelibon var. Bunların yirmi dakikada yapıldığını düşünelim. Farklı emek içeriyor olmalarına rağmen, her ikisi de 5 dolara satılırsa ne olur? Bu durum Marx'ın değer teorisi için büyük bir sorun olmaz mıydı?

İnsanlar değer/fiyat hakkında kafa yorduklarında fiyat ve değerin her zaman aynı olmadığı meselesini sonlandırırlar. Ah! Değer ve fiyatın özdeş olmaması Marx'ın ve bütün radikal siyasetlerin sonu mu?
Umarım değildir. Buna rağmen, bizim değer ve fiyat olarak iki farklı kavramımızın olmasının nedeni ikisinin aynı şeyler olmamasıdır. Önemli olan bunlar arasındaki ilişkidir. Bu iki kavram arasındaki ilişki kapitalist üretim ve mübadelenin içkin mekanizmasını açıklamaktadır. Değer ve fiyat aynı olsaydı ne kadar emeğin bir metada somutlaştığını ve toplumların talebini karşılamak için ne seviyede ürüne gerek duyduğumuzu biz kendiliğimizden bilirdik. Fakat biz zaten tüm bunları bilmiş olsaydık, o halde değere, fiyata veya bu iş için bir pazara bile ihtiyaç duymazdık. Biz sadece her şeyi bir bilgisayarda planlayabilirdik.

Ama bizim planlı bir ekonomimiz yok. Toplum için kaç tane yo-yo ve jelibon üretmek gerekir? Her biri için toplumun emek zamanının ne kadarı gereklidir? Kimse bilmiyor! Ve kapitalist, plastik ve ip satın alıp, yo-yo yapımcılarını işe aldığında ne kadar kâr edeceğini bilmez. Ve biz dükkâna gittiğimizde yo-yo ve jelibonlarda ne kadar emek olduğunu göremeyiz! Bütün bu kararlar fiyat göstergeleri dalgalanmaları aracılığıyla gerçekleşmelidir.  Bu dalgalanmalar, emeğin disiplini ve bölüştürülmesi için üretim üzerinde yeniden etkide bulunur.

Disiplin ve Bölüştürme

Biz emeğin 'disipline edilmiş' olduğunu söylerken, Joe Shmoe'un jelibon üretim bandında ortalama bir üretkenlik düzeyinde çalışmaya zorlandığını kastederiz.  Üretim bölümünde O, makinenin hızı ve patronu tarafından zorlanır. Ama makine ve patronu, jelibon üretimindeki toplumsal olarak gerekli emek zamanı (TGEZ) düşürmek için piyasadaki rekabet tarafından zorlanır. (‘Toplumsal olarak gerekli emek zamanı’ videoma bakınız)

Biz emeğin 'bölüştürüldüğünü’ söylerken, kaç kişinin jelibon fabrikasında çalıştığından veya kaçının yo-yo fabrikasında çalıştığından vb. söz ediyoruz. Diğer bir deyişle, iş bölümünden söz ediyoruz.
İş bölümü ve TGEZ neyin üretileceğine, ne kadar üretileceğine ve bu metalar arasındaki değerin ne olduğuna karar verir.

Ancak kapitalizm için özgün olan şey; emeğin bu disipline etme ve bölüştürülme işinin, emeğin gerçekleştirilmesinden hemen sonra olmasıdır.  Fiyat göstergeleri daha sonra gelecekteki emeği etkileyen geçmiş emek üzerine yargılardır. (‘Üretim ve Mübadele’ videoma bakınız) Emek ürünleri üretimden ayrılır, dolaşıma girer ve daha sonra gelecekteki üretim için girdi olurken sürekli bir bilgi geribildirim döngüsü vardır.

Üretim ve Mübadele

Şu önemli ilkeyi bilmezsek, bu geribildirim döngüsü karmaşık olabilir: “Değer mübadelede yaratılamaz.”

Bunu bir kez anlarsanız, neredeyse her şey yerine oturmuş olur. Değer üretimde insan emeği ile üretilir. Nihai değerlerle meta şeklini alır. Metalar fiyat edindikleri pazara girerler. Bazen bu fiyatlar kendi değerlerinin üzerinde olur. Bazen de altında. Bu göstergeler, emeğin disipline edilmesi ve bölüşümü için, üretime tekrar etki eder. Böylece kapitalist toplumda emeğin muazzam, karmaşık iş bölümü, metalar arasındaki değer ilişkileri ile düzenlenir.

Çünkü değer mübadelede yaratılamaz, bunun anlamı metaların mübadelesinin toplamı sıfır olan bir oyun olmasıdır. Eğer bazı metalar değerinin üstünde satılıyorsa, diğerlerinin altında satılması gerekir. Sadece metaların sahiplerini değiştirme süreci yoluyla değerde toplamda bir artış olmaz. Yeni değerin olması için yeni emek olmalıdır.

Fiyatın salt bireylerin takaslarından, öznel etkenlerin çarpışmasından meydana geldiği, tümüyle üretim sürecinden soyutlandığı neoklasik kuramın aksine; Marksist değer ve fiyat teorisi bu görüngüleri doğrudan, kapitalist işbölümü aracılığıyla toplumun kendini yeniden üretme ihtiyacına bağlar.

Değer, Fiyat ve Para

Yo-yo'lar üzerlerinde "1 saatlik emek" yazısı ile dolaşmazlar. Biz sadece yo-yo'ların para biçiminde fiyatları yoluyla toplumsal değerini biliriz. Bu, bizim fiyat 'değerin şekline bürünmüş' halidir dediğimizde kastettiğimiz şeydir. Bu, değerin yeryüzünde aldığı gözle görünür, somut şeklidir. Biz, emekçiler arasındaki ilişkileri sadece metaların mübadele oranları aracılığıyla görürüz. Para tüm metaların tanrısıdır. O, tüm diğer metaların kendi değerlerini ölçtükleri tek metadır. Böylece fiyat mübadele değerinin çok özel bir türüdür. Fiyatlar, değerleri soyut olarak temsil eder. Onlar, soyut emeğin ölçütüdür. (‘Soyut Emek’ videoma bakınız)

Böylece jelibonun fiyatı kendi değerinin üstüne çıktığında, bu jelibonun değerinden daha fazla paraya hükmettiği anlamına gelir, yani mübadelede üretimde gerekli olandan daha fazla soyut emeğe hükmetmiştir.

Eğer değer mübadelede yaratılamıyorsa, bu üretilmiş toplam değer miktarının her zaman bu metaların toplam fiyatlarına eşit olduğu anlamına gelir. Ama tekil değerler ve fiyatlar, fiyat mekanizmasının emeği disipline etmesi ve bölüştürmesi için, birbirinden ayrılabilir ve ayrılmalıdır.

Arz ve Talep

Fiyatların değerlerden sapmasının ana nedenlerinden biri arz ve talebin sürekli dalgalanmasıdır.  Sermaye emek üretkenliğinde köklü değişiklikler yaptıkça değerler değişir, üretim ve fiyatlar değişir, talep ve arzda dalgalanmalar olur.  Jelibon için talep arzdan daha yüksekse, jelibonların fiyatı değerini aşar, mübadelede daha çok soyut emeğe hükmeder ve bu, arzı taleple aynı düzeye getirmek için emeğin bir yeniden bölüşümünü tetikler.

Bir tekel veya oligopol durumunda ise arz yapay olarak düşük tutulur, böylece fiyatlar artar ve tekelciler ekstra kâr elde ederler.

Eğer Yo-yo, jelibonlar ve diğer tüm malların arz ve talepleri sihirle dengelenseydi, fiyatlar değerlerle eşdeğerde olurdu. (Yani eğer biz ürünlerin fiyatlarından soyutlama yapıyorsak.) Ama durum bu olsaydı, fiyata çok da ihtiyaç duymazdık. Biz otomatik olarak talep ettiğimiz herhangi bir şeyin içinde ne kadar emek girdisinin olduğunu bilirdik ve herşeyi, piyasa olmaksızın, sadece bir bilgisayarla düzenleyebilirdik.

Marx'ın Yöntemine Ek Not

Bazen insanlar kârın eşitsiz mübadeleden geldiğini düşünürler. Bu, bireyler için doğru olabilir ama bütün olarak bir toplum için değildir, çünkü değer mübadele sırasında yaratılamaz. Bir kişinin kaybı diğerinin kazancıdır. Toplumun kârında toplam bir artışın olması için, artı değer için işçilerin sömürülmesi gerekir. İşçilerin sömürüsünden elde edilen artı değer ile eşitsiz mübadeleden doğan yalıtılmış bireysel kârları karıştırmamak için, Marx bize sıklıkla değerler = fiyatlar farzetmemizi önerir. Bu basitleştirme bizim artı değerin kökenini daha kolay görmemizi sağlar.

Bu, Marx'ın aslında fiyatların her zaman değere eşit olduğunu veya hatta uzun vadede bu duruma doğru yöneldiğini düşündüğü anlamına gelmez. Aslında o tam tersini söyler: arz ve talep nadiren birbirini karşılar ve fiyatlar ve değerler nadiren aynı olur.

Marx'ın artı değer hakkındaki savı ve onun diğer vargılarının hepsi, değerler fiyata denk olsa da olmasa da bütünüyle geçerlidir. Bazen insanlar değer-fiyat farklılaşmalarına işaret ederek, bir şekilde artı değer teorisini çürüttüklerini düşünürler. Ama bu bir hatadır. Çünkü artı değer teorisi, değerlerin her zaman fiyatlara eşit olmasını gerektirmez.

Gözden geçirme:

Devam etmeden önce şimdiye kadar ele aldığımız ana noktaları gözden geçirmeliyiz: Değer mübadele sırasında yaratılamaz, yalnızca dolaştırılır ve mübadele edilir. Para değerin ölçüsüdür. Eğer bir meta değeri üstünde satılırsa bu onun mübadelede içinde somutlanan emekten daha fazla emeğe hükmettiğini söylemekle aynıdır.

Değerin Bileşenleri

Ben bir yo-yo fabrikasına gitmedim ama yo-yoların etrafına ip saran insanların montaj hattını kafamda canlandırıyorum. Muhtemelen plastiklerin kalıplara döküldüğü başka bir oda vardır. Ama bu bir yo-yonun içerdiği tüm emek değildir. Bu işlerden herhangi biri başlamadan önce, malzemeler satın alınmalıdır: ip, plastik, kalıp, boya. Ve bu girdilerin tümü dünyanın başka yerlerindeki geçmiş emek süreçlerinden gelir. Her emek sürecinin Marx'ın "canlı emek" olarak adlandırdığı yeni, faal emek ve Marx'ın "ölü emek" olarak adlandırdığı geçmiş emek girdileri vardır.

Ölü emek değer yaratamaz. İp ve plastik gibi satın alınan girdilerin maliyeti yo-yoların ürün fiyatlarına eklenir, ama bu işten yeni hiçbir değer doğmaz, çünkü o zaten sarfedilmiş emektir.

Canlı emek yeni bir değer yaratır. İşçi ücretinin karşılığında bir değer yaratır böylece kapitalist tekrar yatırım yapar. İşçi aynı zamanda kapitalist için de artı-emek gerçekleştirir. Bu artı değerdir.

Günün başında kapitalist, girdiler ve ücretler için para harcar. Bu onun üretim maliyetidir. Eğer, O, yarın da yo-yo yapmaya devam etmek istiyorsa, yarınki girdiler ve ücretler için yeteri kadar para kazanmış olması gerekir. Dolayısıyla fiyatlar doğası gereği sistemin kendini yeniden üretmesi ihtiyacına bağlıdır. O aynı zamanda yatırım için bir teşvike de ihtiyaç duyar: Bu kârdır. Böylece fiyatlar doğası gereği sermayenin emeği sömürme ihtiyacına bağlıdır.

Kapitalist artı değer için hiçbir şey harcamaz. Bu onun işçiden bedavaya elde ettiği birşeydir. Sömürü olarak adlandırılması bu yüzdendir. Ama kapitalistlerin kendi mallarını satarak elde ettiği kâr, ürettikleri artı değere her zaman eşit olmaz. Yo-yoların fiyatları kendi değerlerinin üzerine çıkarsa, daha sonra satıldıklarında, kapitalistin kârı üründeki artı değerden daha yüksek olur! Artı değer mübadelede aktarılır.

Fiyat ve değerin eşit olmadıklarını söyleyerek başladım çünkü onlar farklı kavramlardı. Şimdi, artı-değer ve kârın her zaman eşit olmadığını çünkü onların da farklı kavramları temsil ettiklerini ekleyebiliriz. Artı değer sadece üretimde oluşturulabilir ancak mübadelede yeniden dağıtılabilir.

Eğer bir kapitalistin kârı üretimde oluşturduğu artı değerden daha yüksek ise biz buna "süper-kâr" diyoruz. TGEZ ile ilgili olan videoda tartıştığımız gibi, süper-kâr kapitalist bir ekonominin ana güdüleyici gücüdür. Onlar yeniliğe zorlar ve yatırımı cazip kılar. Onlar kapitalist rekabetin gerekli bir parçasıdır.

Üretim fiyatları

Şimdi eğer gerçekten mübadelede dağıtılan artı değerden söz etmek istiyorsanız, o zaman üretim fiyatlarından söz etmek zorundasınız.

Bir muamma ile başlar:

Diyelim ki jelibonlar girdilerdeki bütün ölü emeğe kıyasla canlı emeğin sadece küçük bir kısmını alır. Aslında bir sürü şeker, mısır şurubu ve boya satın alırsınız ve makineler bu şekeri fasulyeler şeklindeki şekerlere dönüştürürken, fabrikada bazı düğmelere basması için birini işe alırsınız. Ama diyelim ki yo-yolar nispeten çok daha fazla emek ister. Biraz plastik ve ip satın alırsınız ve daha sonra plastik kalıpları yapmak ve yo-yoları boyamak için insanları işe almak zorunda kalırsınız ve yo-yoların toplarını sarmanın ne kadar sürdüğünü de unutmayalım… Yani iki endüstrinin de ölü emeğe oranla farklı canlı emek oranları vardır.

Yo-yo fabrikasında daha yüksek oranda canlı emek bulunduğundan, bizler (sömürüyü eşit oranda varsayarak) yo-yo fabrikasının jelibon fabrikasından daha fazla artı değer üretmesi gerektiğini kabul edebiliriz.  Daha fazla işçi; daha fazla değer, daha fazla artı değer demektir. Biz yo-yo fabrikasının daha kârlı olmasını bekleriz.

Ama Ortalama Kârlar olarak adlandırılan bir görüngü de var. Bu, muammanın başladığı yer. Eğer sermaye, herhangi bir endüstride yatırım yapmakta, en yüksek kâr arayışı içerisinde hareket etmekte serbest ise, bu durum kâr oranlarını dengeleme eğilimine neden olur. Jelibon yapımcıları, kâr marjlarını kesintiye uğratarak, yo-yo endüstrisine yatırım yapmaya başlar. Sermaye bir endüstriden diğerine akar. Arz ve talep değişir. Fiyatlar değişir. Sonunda, sermayenin serbest akışını varsayarak, jelibon yapımcıları ve yo-yo yapımcıları aynı ortalama orandaki kârın tadını çıkarır.

Şimdi muammayı görüyorsunuz. Bir endüstri diğerinden daha fazla artı değer üretir ancak aynı oranda kâr elde ederler. BU NASIL OLABİLİR?

Eğer biz değerin ve artı değerin mübadelede yaratılamayacağını hatırlarsak, o zaman muammayı kolayca çözebiliriz. Öncelikle aşağıdaki iki ilkeyi not edelim:
1. Toplam fiyatlar toplam değerlere eşittir.
2. Toplam artı değer toplam kâra eşittir.

Ve bizim bilmecenin yanıtı şudur: artı değer, kapitalistler arasında ortalama bir kâr oranı oluşturmak için yeniden dağıtılır. Bu yeterince basit görünüyor olmalı çünkü mübadelede değerin yeniden dağılımını daha önce tartıştık.

Kapitalist artı değeri nasıl dağıtır? Birbirlerine posta ile mi gönderirler? Hayır. Bu yeniden dağıtım işini fiyatlar yapar. Bazı metaların fiyatları düşer, diğerlerinin yükselir ve böylece kapitalist mübadelede kâr oranlarını eşitleyecek biçimde artı değeri kazanır ve kaybeder.  Bu şekilde artı değer bireysel kapitalistin mülkiyeti olmaktan çok, kapitalist sınıfı ortak çıkarları olan emek sömürüsünde birleştirerek, bütün olarak kapitalist sınıfın mülkiyeti olur. Bu yeni fiyatları, ortalama bir kâr oranı oluşturmak için yeniden dağıtılan fiyatları, Marx "Üretim Fiyatları" olarak adlandırır.

Üretim fiyatları düzenli olarak değerden sapar ancak onlar değerlerle doğrudan ilişkilidir. Yaratılan artı değerin toplam düzeyi, bu yeni üretim fiyatlarını oluşturmak için yeniden dağıtılabilen değer miktarını belirler. Buna ek olarak, ortalama bir kâr oranına doğru eğilim, sadece bir eğilimdir. Arz ve talep gibi, kâr oranları da dalgalanır, asla dengelenmez.

Yöntem üzerine bir başka not

Fiyatı tartışırken aklımızda tutmamız gereken farklı etmenler olduğunu gördük.

Eğer kâr oranlarının eşitliği yoksa ve arz ve talep dengeli ise o zaman bizler fiyat = değer diyebiliriz.

Eğer kâr oranlarının mükemmel eşitliğini ve arz ve talebin dengede olduğunu varsayıyorsak, o zaman bizler fiyat = üretim fiyatları diyebiliriz.

Biz sonrasında arz ve talebin üretim fiyatları etrafında dalgalanmasına izin verirsek, piyasa fiyatlarını elde etmiş oluruz.

Bazen Marx sadece değerden söz eder, bazen üretim fiyatlarından söz eder ve bazen de piyasa fiyatından söz eder. Bunlar soyutlamanın üç farklı düzeyidir. İnsanlar tarafından yapılan birçok hata, mevcut durumda soyutlamanın hangi düzeyinin tartışıldığına dikkat etmemekten yapılır. Bohm-Bawerk, örneğin, bir yerde Marx'ın değer = fiyat ama başka bir yerde üretim fiyatları = fiyat demesinden şikâyet etmişti. O, Marx'ın kendisiyle çeliştiğini düşünmüştü. Ama Bohm-Bawerk Marx'ı biraz daha dikkatli okumakla ilgilenmiş olsaydı, Marx'ın analizlerinin pek çok soyutlama düzeyinde yer aldığını anlardı ve biz ne olup bittiğini anlamak istiyorsak, her zaman bu düzeyleri akılda tutmalıyız.

Bizler değer, üretim fiyatı veya piyasa fiyatından söz etsek de, Marx'ın sömürü, kriz ve kapitalist toplumun diğer bütün karşıtlıkları hakkındaki esas vargılarının hala geçerli olduğunu aklımızda tutmalıyız. Soyutlamanın düzeyi ne olursa olsun, değer mübadelede yaratılamaz ve artı değer yalnızca işçi sınıfının sömürüsünden elde edilebilir.

Sonuç

Biz sadece Marx'ın, kapitalist iş bölümü ve sınıf ilişkilerinin yeniden üretiminin meta mübadelesiyle düzenlenmesinin oldukça sağlam ve pratik bir açıklamasını yaptığı sonucuna varabiliriz. Kesinlikle konu hakkında söylenecek çok daha fazla şey ve incelenecek bir dizi anlaşmazlık var. WordPress blogumda, sizi bu konu hakkında daha fazla bilgi ve kaynağa yönlendirecek dipnotlar ve referanslar bulabilirsiniz.

Ve şimdi Marx'ın fiyat teorisinin, onun Neoklasik eleştirmenlerinden nasıl köklü bir biçimde farklı olduğunu görebiliriz. Neoklasik ekonomi için fiyat; bütün faydaların maksimize edildiği yerde dengenin, sükûnet halinin bir yansımasıdır.  Marx fiyat oluşumunu, kapitalistler işçileri kendi rakiplerinden daha fazla sömürmek için yarışırken ve böylece toplumun teknolojik temelini durmaksızın kökünden değiştirirken, daha da büyük bir süreç olan değer biçimlenmesi ve dağıtımı sürecinin bir parçası olan aralıksız dalgalanma süreci olarak tanımlamıştır.

Marx'ın fiyat teorisinden biz hemen kapitalist kriz teorisine geçebiliriz. Bir ortalama kâr oranının, değeri endüstriler arasında yeniden dağıtma eğiliminden dolayı, firmaları gittikçe makinelere daha fazla ve işçilere daha az harcamalarından alıkoymanın bir yolu yoktur.  Aslında süper kâr için yarış, kapitalistleri gerekli emek zamanı azaltmak için, işçileri daha üretken yapmak amacıyla makinelere daha fazla harcamaya zorlar. Bu, birey olarak kapitalistler kendi süper-kârlarını arttırmak için yarışırken, bütün bu zamanda ekonominin ortalama kârının bir bütün olarak düşmesi anlamına gelir. Kapitalist sınıf gittikçe artan yatırımlardan gittikçe azalan getiri oranlarıyla karşılaşırken, işçi kendisini gittikçe daha büyük bir makine kitlesiyle karşı karşıya bulur. Kriz için doğru bir zaman!

Dipnotlar: Aslında bu daha çok terimler ve konular sözlüğü gibidir.

Değer: Marx'ın terimleri esnek bir özelliğe sahiptir.  Farklı yerlerde daha fazla veya daha az şey ifade etmek için esner veya daralır. Bu Marx'ın şeyleri (ve süreçleri) sadece ilişkisel olarak anlamış olmasındandır. Şeylerin sadece diğer şeylerle ilişkili olmasıyla anlamı vardır. Değer, kapitalist toplumsal ilişkilerin tam merkezinde olması dolayısıyla, özellikle esnek bir terimdir. Marx "değer" dediğinde, bazen metaların mübadele değerinden, bazen meta haline gelen emekten, bazen de kapitalist topluma özgü toplumsal ilişkiler biçiminden söz ediyor. Değer teorisini anlamak; belirli bir bağlamda, değerin hangi belirli yönünden söz edildiğinin farkında olmamızı gerektirir. Marx'ın terimlerinin esnekliği hakkında daha fazla bilgi için Bertell Ollman'ın "Diyalektiğin Dansı" kitabına bakınız.

Nitelik-Nicelik: Değer teorisinin nitel ve nicel boyutları vardır. Bu bir toplumsal ilişkiler kuramıdır. Sermaye ve emek gibi kategorileri sadece içerik seviyesinde ele alan seleflerinin aksine, Marx bu şeylerin piyasa toplumunda aldığı biçimleri ile ilgilenmektedir.  Böyle bir toplumda değer ilişkileri biçimini alırlar ve bunlar belli kanunlar içerir, fetişizm, vb... gibi belirli toplumsal ilişkileri işaret eder. Değer teorisinin bütün bu niteliksel yönleri, birçok yönden, antikapitalist politikaların radikal zorluklarına dair bir kavrayışı formüle etmek için Marx'ın kuramının anlaşılması gereken en can alıcı yönleridir.

Ama değer teorisinin de değer-fiyat boyutuna baktığımızda ön plana çıkan niceliksel bir boyutu vardır. 20. yüzyılda, Marx'ın değer teorisinin niceliksel tarafı ile ilgili içsel tutarsız birşey olduğuna dair ısrarlı efsaneden dolayı, Marksistler, teorinin sadece niteliksel yönlerine odaklanarak bu niceliksel yönlerden uzak durmaya teşebbüs eden yaklaşımlar geliştirmek yerine; kendilerini değer teorisinin niceliksel yönlerinden uzak tutmaya kalkıştılar. Bu artık gereksizdir, benim Dönüşüm Sorunu üzerine videoma bakınız.

Dolaylı Toplumsal: Marx, emeği örgütlemenin bu özgün yoluna "dolaylı toplumsal" adını verir. Çeşitli şeylerin üretimine ne kadar emeğin harcanmasına karar verdiğimiz yerde bazı tür planları işletmek yerine, bizim emeğimiz piyasanın fiyat bildirimleri aracılığıyla dolaylı olarak dağıtılır. Özel emeği gerçekleştiririz. Emeği gerçekleştirdiğimizde, bu emek toplumsal emek değildir. Sadece, çalışmayı bitirdikten sonra emeğimizin ürünleri pazara girdiğinde, emeğimiz toplumsal hale gelir. Pazarda, emeğimizin toplumsal olarak yararlı olup olmadığını ve ortalama etkinlik seviyesinde gerçekleştirilip gerçekleştirimediğini anlarız. Isaac Rubin'in Dolaylı Toplumsal emekle ilgili burada iyi bir tartışması vardır.

Değere el koyma: Burjuva teorisi genellikle üretim faktörleri getirileri düşüncesinde, değere el koyma ile değeri yaratmayı birbirine karıştırır. Bir burjuva iktisatçı, bir toprak sahibinin kendi toprağından rant elde etmesinin toprağın değer ürettiği anlamına geldiğini ifade edebilir. Ama Marx'ın sisteminde sadece insan emeği değer üretebilir. Bir toprak sahibinin elde ettiği rant değere el koymadır. Değer başka bir yerde oluşturulur ve toprak sahibi ona el koyar. (Rant teorisi çok daha karmaşıktır, fakat bu ayrı bir konu) Veya riskin değeri oluşturduğunu duyabiliriz. Bu riskli girişimler, risk almayı cesaretlendirmek için daha büyük potansiyel ödüllere ihtiyaç duyuyor olabilirdi. Ama bir yatırımda büyük para ödülü elde etme (el konulan değer)  ve gerçekte değer yaratma arasında bir fark vardır.

Para: Marx parayı, kavramsal olarak emek zamanın cisimleşmesi olarak görür. Marx, bu teoriyi doğrudan kendisinin meta teorisinden oluşturur.  Metaların hem kullanım değeri hem de mübadele değeri vardır. Kullanım değeri metanın özel bir boyutudur, her nesneye ve onun çeşitli kullanımlarına özgüdür.  Mübadele değeri metanın evrensel, soyut boyutudur. Bu bir meta ve diğer bütün metalar arasındaki anlamsız niceliksel ilişkilerdir. Bu, sayılardır; nitelikler değil. Bu, kullanım ve mübadele değeri ayrımına yol açar. Mübadele değeri kendini para biçiminde metadan ayırırken, kullanım değeri metanın fiziki biçimi olarak kalır. Para, diğer bütün metaların karşısında kendilerini ölçtükleri bir meta haline gelir. Böyle olunca da, o değerin evrensel ölçüsü ve soyut emeğin evrensel ölçüsüdür. Marx'ın para teorisi, paranın meta olmayan biçiminin evrimleşmesi için yeterince tarihsel ve sağlam olmakla birlikte, soyut düzeyde para analizini para metasına (genellikle altın) dayandırır.  Para, değerini emek ürünü olduğu gerçeğinden alır.  Paranın kendisi kullanım değeri ve mübadele değeriyle bir metadır. Fakat onun para olarak kullanılması diğer metaların değerini ölçmede onun amacı haline gelir, bu paranın bazı özgül niteliklere sahip olmasına yol açar.  Bu dizide gelecekteki bir videoda, para konusunu daha derinlikli araştıracağım. Para ile ilgili okunacak en iyi şey, Marx'ın “Ekonomi Politiğin Eleştirisi"dir.

Eşitlikler: Marx bir bütün olarak iktisatta doğru olacak üç eşitliği oldukça iyi ele aldı: 1. toplam değer, toplam fiyata eşittir; 2. toplam artı değer, toplam kâra eşittir. 3. kârın değer oranının toplamı, kârın para oranının toplamına eşittir. Bu konu Marx'ın Kapitali'nin 3. cildinin 2. kısmında tartışılmaktadır.

Organik Bileşim: Değişmez semayenin değişir sermayeye oranına sermayenin organik bileşimi denir ve C/V olarak ifade edilir. Bir bütün olarak toplumdaki organik bileşimin daha yüksek olması, daha düşük bir kâr oranı demektir. Bu Marx'ın Kapital'inin 3. cildinin 8. bölümünde tartışılmaktadır.

Üretim fiyatları: Eğer kapitalistler değişmez sermayenin değişir sermayeye oranı ne olursa olsun, bir ortalama kâr oranı elde ediyorlarsa, nasıl üretim fiyatları iş bölümünü hala düzenleyebilmektedir? Ücretler ve artı değer metaların fiyatlarında içerildiği için, üretim fiyatları hala emek tahsis etmektedir. Ama evet, bu tahsisat ortalama kâr oranının olmadığı bir dünyada olduğu kadar pürüzsüz olmaz. Aslında biz zaten kapitalizmde kapitalistlerin işçileri makineler ile değiştirme yönünde sistematik bir eğilimleri olduğunu biliyoruz. Bu, geriye kalan işçilerin üretkenliğini arttırır, dolayısıyla kapitalistlerin, toplumsal olarak gerekli emek zamanın altında üretmelerini sağlar, böylece mübadelede süper-kârlar elde ederler. Üretim fiyatları, kapitalistlerin, daha düşük bir bireysel kâr oranıyla üretim yaptıkları için cezalandırılmadan, üretimi otomatize etmelerine izin verir.  Ama eğer şirketler gittikçe daha çok işçiyi makinelerle değiştirirlerse, o halde bütün bu makinelerin maliyetine oranla gittikçe daha az artı değer üretilir.  Bu bir bütün olarak ekonomide Kâr Oranlarının Düşmesine yol açar. Kapital'in 3. cildinde Marx'ın Üretim Fiyatlarının tartışmasından hemen Kâr Oranlarının Düşmesi teorisine geçmesinin nedeni budur.  Kâr oranlarının düşme eğilimi, tıpkı şu an içinde olduğumuz gibi, krize yol açabilir. Kâr oranı sadece yeterli miktarda sermaye değeri (üretim maliyetleri: işçiler, girdiler/hammaddeler) yok edildiğinde veya tekrar değerlendiğinde yenilenir/düzelir. Kâr Oranlarının Düşmesi videoma veya Kliman'ı ele aldığım yazılardan herhangi birine bakınız.

Girdi ve Çıktı fiyatları: Üretim fiyatları altında girdi ve çıktı fiyatlarını kuramlaştırmanın uygun yolu hakkında Marksistler arasında tartışma vardır. Kısacası, bazıları girdi fiyatlarının kapitaliste asıl gerçek maliyetlerinde değerlenmemesini, fakat onun bu girdileri yenilemek için gereken maliyetle değerlenmesini savunurlar. Buna girdilerin “yeniden üretim fiyatı” denir. Bunun arkasındaki mantık, girdilerin fiyatlarının yükselmesi durumunda, eğer üretime yarın tekrar devam edeceksem, ürünümü daha fazlası için satmam gerekmesidir. Bu, girdi fiyatlarının, çıktı fiyatlarını karşılamak için, geçmişe dönük olarak yeniden değerlendiği sabit bir dengeye yol açar.  Ama bu girdi ve çıktı fiyatlarını eşit tutma süreci dönüşüm sorununa ve bu problemin çeşitli kısmi çözümlerine yol açar. Buna karşılık Ardışık Tekil Sistem Yorumu (TSSI) bu girdi fiyatlarının çıktı fiyatları ile eşit olarak yeniden değerlenmemesini ama onun yerine çıktı fiyatlarının zaten geçilmiş olan periyodun değil, bir sonraki periyodun girdi fiyatlarını oluşturan bir zamansal süreci savunur. Girdilerin kendi 'yeniden üretim' fiyatlarında değerlenmesi yerine, TSSI ahalisi onları 'üretim öncesi yeniden üretim fiyatı' ile değerlendirir. Bu; girdinin üretime girmeden önceki “yeniden üretim fiyatıdır”. (Daha fazlası için Kliman'ın “Reclaiming Marx Capital“ makalesine bakınız.)

Dönüşüm Sorunu: Kısaca: Marx, üretim fiyatlarını biçimlendirmek için değerin mübadelede nasıl yeniden dağıtıldığını gösterdi. Bunu yapmak için de, kendi değerlerinden satın alınan girdilerin ürün fiyatlarına dönüştürüldüğü basit bir sayısal örnek ileri sürdü. Ama gerçek dünyada, kendisini eleştirenler, "girdiler ürün fiyatlarında satın alınırdı, değerlerinde değil!", diye ağladı. Denge teorisine göre girdi fiyatları ile çıktı fiyatları aynı olmak zorunda olduğu için (yukarıdaki Girdi ve Çıktı Fiyatları kısmına bakınız), bütün bunları çözmek için süslü bir matematik vardı. Netice: toplam fiyatlar ve toplam değerler artık birbirlerine eşit değildir. Ayrıca değer ve ürün fiyatı iki ayrı sistem içine ayrıldı ve aralarındaki ilişkinin ne olduğu açık değildi. Ardışık Tekil Sistem Yorumu (TSSI)'nun yanıtı ürünün çıktı fiyatlarının, bir önceki periyodun değil, bir sonraki periyodun girdi ürün fiyatları olduğunu söylemektir. Bu, dönüşümdeki matematiksel tutarsızlığı giderir ve ayrıca değerleri ve fiyatları, birbirleriyle metafiziksel olarak alakalı iki ayrı sistem olarak tutmak yerine, aynı sistemin bir parçası olarak tutar. Bu konu hakkında okunabilecek kitap Andrew Kliman'ın “Marx'ın Kapitali'ine iade-i itibar; Tutarsızlık Efsanesini Çürütmek".
Kendi garip yöntemimle bir kaç yıl önce konuyla ilgili bir video yaptım.

Soyutlama Düzeyleri: Marksistler değer kuramında soyutlama düzeylerini farklı şekilde kullanırlar. Bu sıklıkla dönüşüm probleminin geliştiği tuhaf yol nedeniyledir. Dönüşüm probleminin geleneksel yorumlaması değer ve üretim fiyatını, ilişkileri gelişigüzel bir şekilde matematiksel olarak dayatılan iki farklı sisteme ayırır.  Değerin bir şekilde üretim fiyatlarını belirlediği görülür ve sonrasında pazar fiyatları bu üretim fiyatları çevresindeki dalgalanmalar olarak görülür. Ardışık Tekil Sistem Yorumu (“Temporal Single System Interpretation”, TSSI) konuyla ilgili farklı bir tavır takındı. Görünen o ki, değer mübadelede yaratılır ama piyasa fiyatlarına satılır. Bu piyasa fiyatları girdileri, ürünlere ve çıktılara dönüştürür. Üretim fiyatları, piyasa fiyatlarının kendisine doğru çektiği eğilimsel fiyatlardır. Eleştirmenler TSSI'ın değer ve fiyat arasındaki önemli kuramsal ayrımları sildiğini ve sadece fiyatı geçmiş fiyatlar aracılığıyla açıkladığını iddia eder.  Ama TSSI, onun saçma metafizik aracılığıyla kesildiğini ve girdiler ve çıktıların bir zamansal, dalgalanan ekonomiyle ilişkili olduğu pratik bir yolun ayrıntılarıyla planlandığını iddia eder. TSSI'ın bu soyutlama düzeylerini anlayışındaki merkez nokta Marx'ın "fiyat değerin görünüm biçimidir" açıklamasıdır (veya daha kesin bir biçimde birinci cilt üçüncü bölümden "Değer ölçüsü olarak para, metalarda içkin değer ölçüsünün, yani emek-zamanın zorunlu görünüş biçimidir.") Böylece değer, fiyatların kulaklara fısıldandığı bir çeşit metafiziksel sistem içerisinde varolamaz. Bunun yerine, o değer olarak görünür ve yukarıda anlatılan yöntemlerle mübadelede dönüştürülür.

Neoklasik İktisat: Eğer neoklasik ortodoksluğun iyi bir eleştirisini arıyorsanız, bu konuda okumak için bir çok şey var. Okumak için o kadar çok şey olmasının nedeni ortodoks iktisadın gerçek dünyayla küçük bir alakası olmasıyla beraber tümüyle sis ve aynalardan ibaret, koca bir din olmasıdır. Benim videolarımı izlemek için çok fazla şey bilen izleyiciler, ilk olarak, bu videoda Pierro Sraffa'nın yüzünü bazı burjuva grup çekimlerinin içine fırlattığımı farkedeceklerdir.  Sraffa bir neoklasik iktisatçı değildir ve aslında neoklasik ortodoksluğun oldukça yararlı çok sayıda eleştirisinin mesuliyeti kendisine aittir. (Sraffacıların eleştirilerinin güzel bir özeti için Steve Keen'in "Ekonominin Kirli Çamaşırları"na bakınız). Yani Sraffa'yı bu kategori içine almam, benim için yanlış olur. Diğer taraftan, Sraffacılar hala, değerin ve fiyatın genel denge analizi aracılığıyla modellenmesinde ısrar ettikleri için Marx'ın dönüşüm yönteminde içsel bir tutarsızlık olduğunu öne sürüyorlar. Birçok 20. yüzyıl Marksistleri de Marx'ın Sraffacı eleştirisinden etkilenmiştir. Bu yaklaşımdaki birkaç sorunun iyi bir eleştirisi için Alan Freeman'ın "Walrasçı Marksizmin Psikopatolojisi” adlı müthiş makalesine bakınız. Freeman'ın bu makalesi, bir çoğu denge ekonomisine dair iyi eleştiriler içeren müthiş ve oldukça pahalı makaleler cildinde bulunur. Ben ayrıca Mark Linder'in "Anti-Samuelson"unu olduğu kadar Simon Clarke'ın hakkında burada da yazdığım "Marx, Marjinalizm ve Sosyoloji" yazılarını da beğeniyorum.

Değer ve Fiyat Üzerine Okuma Önerileri:

Kapital. 3. Cilt  Karl Marx. özellikle 10. bölüm

Değer, Ürün Fiyatı ve Piyasa Fiyatı Alan Freeman - Ana konuları oldukça iyi, kısa ve özlü şekilde ortaya koyan çok kısa bir makale.

Guglielmo Carchedi tarafından bir TSSI bakış açısıyla yazılan Politik Ekonominin Sınırları değer fiyat ilişkisinin oldukça sağlam bir açıklamasıdır.

Nicholas Howard tarafından yazılan Marx'ın Fiyat Teorisi ve Onun Modern Rakipleri kitabı son dönemlerde yayınlanan, konu hakkında benim ortaya koyduğuma karşı alternatif bir pozisyon alan (en azından birkaç noktada) bir kitaptır. Howard, TSSI halkından farklı olarak girdi fiyatlarının ve dönüşüm sorununun farklı bir görünümünü ele alır ve TSSI ve "Yeni Yorum" bu kitaptaki eleştiri konularıdır. Kitapta aynı zamanda, neoklasik Keynesçi ve Sraffacı fiyat kuramlarının oldukça kapsamlı bir eleştirisi vardır.

I.I. Rubin tarafından yazılan Marx'ın Değer Teorisi Makaleleri , kitabının çoğu değer kuramının daha nitelikli yönlerine adanmış olsa da, ürün fiyatı ve piyasa fiyatı konularını da içine alır. Rubin'in yaklaşımı hala bana bir denge çerçevesinde çamura saplanmış gibi görünse de kitabın bütünüyle harika olduğunu düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder