Kadınlar: Riayet mi Direniş mi
Flora Tristan'ın l'Union Ouvriere [1] kitabından bir parça
Çeviri notu: 1843 yılında yazılan bu metin, kadın mücadelesinde bir dönemi yansıttığı için çevrilmiştir.
Proleterlerin
başına gelen, '89'larının [2] zili çaldığında kadınların geleceği için kuşkusuz iyi bir
alamettir. Oldukça basit bir hesapla, zekâ, güç ve yeteneklerini
toplumsal hizmette kullanmak üzere kadınlara (insan ırkının
yarısı) çağrı yapıldığında zenginliğin artacağı oldukça
açıktır. Bunun anlaşılması oldukça kolaydır, çünkü iki
birin iki katıdır. Ancak heyhat! Henüz o aşamada değiliz ve
mutlu '89'umuz için beklerken 1843'te neler olduğundan söz edelim.
Kilisece
kadının bir günah olduğu; meclis üyesince, kendi başına bir
hiç olduğu, herhangi bir hakkın keyfini süremeyeceği; bilge
felsefeci tarafından, yapısından dolayı kadının hiç zekâsı
olmadığı söylendi, onun Tanrı tarafından kalıttan
mahrum
edilen zayıf bir yaratık olduğu ve erkeklerle toplumun ona, buna
uygun şekilde davrandığına hükmedildi.
Temsil
ettiği hipotezlerden veya şart koştuğu ilkelerden ortaya çıkan
zorlama, kaçınılmaz mantık kadar güçlü başka hiçbir şey
bilmiyorum. Bir kez kadının düşüklüğü ilan edildiğinde ve
ilke olarak biçimlendirildiğinde, bütün erkeklerin ve bütün
kadınların evrensel iyiliği için hangi korkunç sonuçları
doğurduğuna bir bakın.
Kadının
yapısından dolayı güç, zekâ ve yetenekten yoksun olduğuna ve
ciddi ve yararlı iş için uygun olmadığına inanmak; ona, onu
daha yararlı bir toplum üyesi yapabilecek akılcı, sağlam, katı
bir eğitim vermek bir kayıp olacaktır şeklinde çok mantıklı
bir biçimde sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla kadın sevimli bir
bebek ve sahibini eğlendirmek ve ona hizmet etmek alın yazısı
olan bir köle olarak yetiştirilmektedir. Elbette, zaman zaman bazı
akıllı ve merhametli anneleri, eşleri, ve kızları için acı
çeken erkekler, bu tür bir barbarlık ve saçmalığa karşı
seslerini yükseltmiş ve bu oldukça adaletsiz mahkumiyete karşı
çaba harcayarak itiraz etmiştir. . . . Ara sıra toplum geçici bir
süre için anlayış göstermiştir; ancak mantığın baskısı
altında şöyle yanıt vermiştir: Hoş! Kadınların bilgelerin
düşündüğü gibi olmadığını kabul edelim, hatta onların bir
hayli iyi manevi güç ve fazla zekâya sahip olduklarını
varsayalım; peki, bu durumda, onları reddeden toplum içerisinde
yararlı bir şekilde kullanabilecek fırsatları olmadığına göre
onların yetilerini geliştirmek hangi amaca hizmet edecektir?
Kendisinde eyleme geçecek yeteneği ve gücü hissederken,
eylemsizliğe mahkum olduğunu gören insan için daha dehşet verici
bir ceza ne olabilir?
Bu
akıl yürütme gerçekten çürütülemez. Bu nedenle herkes
tekrarlar: Doğru, eğer onlara Tanrı tarafından bahşedilmiş iyi
yetileri gelişseydi, çocukluktan itibaren insan varlıklar olarak
payeleri algılansaydı ve toplumun bir üyesi olarak değerlerinin
farkında olsalardı kadınlar çok fazla acı çekerlerdi; asla ama
asla kilisenin, yasanın ve onlara yönelik önyargıların onları
soktuğu aşağılayıcı konuma tahammül edemezlerdi. Onlara çocuk
gibi davranmak ve onları kendileri hakkındaki cehaletle bırakmak
daha iyidir; daha az acı çekerler.
Dikkat
edin, böylece salt hatalı bir ilkenin kabulünden ne tür korkunç
rahatsızlıkların ortaya çıktığını göreceksiniz.
Konumdan
uzaklaşmayı istemiyorum, burada genel bakış açısı hakkında
bir konuşma fırsatı olsa da ana konuma, işçi sınıfına
dönüyorum.
Kadın,
işçilerin hayatındaki her şeydir. Onların yegane kaderidir. Eğer
onları yüz üstü bırakırsa, her şey onları yüz üstü
bırakır. Bu nedenle şöyle denir: "kadın var ev yapar, kadın
var ev yıkar" ve bu tamamen doğrudur; atasözü yapılmasının
nedeni budur. Fakat halktan kadınlar hangi eğitimi, hangi öğretimi,
hangi doğrultuda, hangi manevi ve fiziksel gelişimi alıyorlar?
Hiçbirini. Çocukken kendileri de eğitim almamış olan anne veya
büyükannelerinin insafına kalıyorlar: Biri, doğasına göre,
acımasız ve huysuz olacak, onu dövecek, sebepsiz yere hor görecek;
diğeri zayıf ve kaygısız olacak ve onun her istediğini yapmasına
izin verecek. (İleri sürdüklerimin hepsinde olduğu gibi bunda da,
genel olarak konuşuyorum; elbette birçok istisna olduğunu kabul
ediyorum.) Yoksul çocuk pek çok sarsıcı çelişkiler ortasında
büyüyecektir - bir gün darbelerle ve haksız davranışla rahatsız
olacak, yatıştırılmış olduğu ertesi gün, daha az kötücül
olmayan fazla müsamahayla şımartılacak.
O,
okula gönderilmek yerine, erkek kardeşlerine tercihen evde
tutulacak, çünkü ya bebeği sallamak ya ayak işlerine bakabilmek
ya çorbayı gözlemek vb. için evde daha iyi kulllanılabilir. 12
yaşında çırak olarak alınır; orada evin hanımı tarafından
sömürülmeye devam eder ve çoğunlukla evde anne babasıylayken
olduğu kadar kötü muamele görür.
Hiçbir
şey, bir çocuğun katlandığı adaletsiz ve acımasız bir
muamelenin sonucu olan sürekli eziyet kadar karakteri gücendiremez,
kalbi sertleştiremez ve ruhu alçaklaştıramaz. İlk başta
adaletsizlik yaralar, hüzünlendirir ve bizi umutsuzluğa sürükler
ve sonrasında devam ediyorsa canımızı sıkar ve hiddetlendirir,
ve artık intikam araçlarından başka bir şey düşleyemez oluruz,
kendimiz sert, adaletsiz ve kaba ruhlu bir hale geliriz. Bu, yirmili
yaşlardaki bir zavallı kadının olağan durumu olacaktır.
Sonrasında evlenir, aşık olmadan, sadece ebeveynlerinin
zorbalığından kaçmak istiyorsa evlenmesi gerektiği için
evlenir. Ne olur? Varsayıyorum ki çocukları olur; sırası
geldiğinde, oğul ve kızlarını büyütmeye tamamen yetersiz
olacaktır; aynı annesi ve büyükannesinin kendisine karşı olduğu
gibi o da onlara karşı aynı zalimlikte olacaktır.
İşçi
sınıfının kadınları, burada belirteceğim çocuklarınızı
yetiştirmedeki yetersizliğinizi ve bilgisizliğinize ilişkin size
ve sizin karakterinize karşı en küçük suçlama gütme niyetinde
olmadığımı, size yalvarıyorum, iyice gözetin. Hayır, sizi bu
şekilde eğitimsiz bırakmada suçladığım toplumdur. Siz,
kadınlar, siz, anneler, sizin sıranızda bakımınıza emanet
edilen çocukları ve erkekleri eğitmek ve geliştirmek için,
tersine, eğitilmesi ve geliştirilmesine çok ihtiyacı olan
sizlersiniz.
Alt
sınıfların kadınları genelde kaba, bayağı, bazen de haşindir.
Bu doğru; ancak çok azının, kadının tatlı, iyi, hassas, cömert
doğasına uyumlu olması nereden gelmektedir? Zavallı işçi
kadınlar! Çok fazla rahatsızlıkları var! Öncelikle koca. (Çok
az işçi evinin mutlu olduğu belirtilmeli.) Koca, kanunen ve ayrıca
eve getirdiği paradan dolayı da reis olan koca, kendisinin, eve
küçük günlük ücretini getiren ve evin içinde mütevazı
hizmetçi olan kadına göre az biraz eğitimle oldukça üstün
olduğunu (ve gerçekten de öyledir) düşünmektedir.
Dikkat
edin, kadın ve erkeğin birlikte olduğu tüm işlerde, kadın işçi
erkek işçinin bir günlük işi için aldığının ya yalnızca
yarısını alır ya da parça başı iş yapıyorsa, onun aldığı
ücret yarıdan da azdır. Bu denli aşikar adaletsizliği hayal bile
edemezken, bizi çarpan ilk düşünce şudur: erkeklerin, yalnızca
kas güçleri yüzünden, kesinlikle kadınların işlerinin iki
katını yapması. Pekala, okurlar, aslında tam aksi olur. Hüner ve
el ustalığı gerektiren bütün işlerde, kadınlar erkeklerin
yaptığının neredeyse iki katını yapar. Örneğin,
matbaacılıkta, dizgi yaparken (doğruyu söylemek gerekirse birçok
yanlış yapıyorlar ancak bu onların bilgi eksikliğinden
kaynaklanıyor); pamuk veya ipek eğirme atölyelerinde, iplikleri
bağlarken; kısacası, tam olarak yumuşak dokunuşların gerektiği
tüm işlerde, kadınlar üstündür. Bir gün bir matbaacı tamamen
saf karakteristiğiyle bana şöyle demişti: "Ah, onlar
erkeklerden daha hızlı çalıştıkları için bir yarım daha az
alıyorlar, evet doğru, çünkü onlara da aynı para ödenirse çok
fazla kazanacaklardır." Evet, onlar yaptıkları işe göre
değil, düşük maliyetleri nedeniyle, kendilerine musallat olan
yokluğa göre ücret alırlar. İşçiler, sizler aynı
adaletsizlikten kaynaklanan, annelerinizin, kız kardeşlerinizin,
eşlerinizin ve kızlarınızın zararına yapılmış olan talihsiz
sonuçları öngörmüyorsunuz. Neler oluyor? Kadın işçilerin yarı
fiyatına daha hızlı çalıştıklarını gören imalatçılar, her
geçen gün erkekleri işlerinden kovar ve yerlerine kadınları
geçirir. Sonuç olarak, erkek kollarını birbirine kavuşturur ve
bir kaldırım üstünde açlıktan ölür! İngiltere'de fabrika
yöneticilerinin yaptığı tam olarak bu. Bir kere bu yönde başladı
mı, daha sonra kadınlar, yerine yirmi yaşında çocukların
getirilmesi için işlerinden kovulur. Ücretlerin yarısının
tasarrufu! Sonunda birisi, can alıcı noktaya gelir; yalnızca yedi
- sekiz yaşında çocukları kullanma. Bir adaletsizliği göz ardı
ederseniz, binlerce fazlasıyla karşılaşacağınız kesindir.
Bunun
sonucu olarak koca, en azından, eşine daha küçümseyici davranır.
Kocasının ona yönelttiği her bakıştan, her kelimeden biraz daha
aşağılandığını hisseden zavallı kadın, karakterine bağlı
olarak, açıkça veya gizlice isyan eder; buradan, hizmetçisi ve
efendisi (hatta kadına kocasının mülkiyeti olduğu için, deyim
yerindeyse, köle de denebilir) arasında doğan sürekli sinirlilik
hali ile sonlanan, şiddetli, ıstıraplı sahneler ortaya çıkar.
Bu hal öyle sancılı olur ki, koca evde kalıp eşiyle sohbet etmek
yerine, oradan tüymek için acele eder, ve gidecek başka bir yeri
olmadığından, acısına gömülmek ümidiyle kendisi gibi mutsuz
olan diğer kocalarla apsent [3] içmek için meyhaneye gider.
İşçilerin
meyhaneye gitme nedeni nedir? Bencillik, yöneten üst sınıfları
tam bir körlükle çarptı. Servetlerinin, mutluluklarının ve
güvenliklerinin işçi sınıfının manevi, entellektüel ve maddi
iyileşmesine bağlı olduğunu anlamıyorlar Onlar, “insanlar ne
kadar zalim olursa, onları susturmak o kadar kolay olur” diyen
eski bir atasözüne göre düşünerek işçileri sefalet ve
cehalete terk eder. İnsan Hakları Bildirgesi'nden [4]
önce bu doğruydu, o zamandan beri bu kavram tarihi bir yanılgıyı,
ciddi bir hatayı temsil etmektedir. Dahası, en azından tutarlı
olunmalı: eğer biri yoksullaştırılmış sınıfı vahşi
koşullarda bırakmanın iyi ve akıllı bir politika olduğunu
düşünüyorsa, o halde neden ahlak bozukluklarını durmaksızın
suçlamaktadır? Zenginler işçileri sarhoş, ahlaksız, tembel
olmakla suçluyorlar ve bu suçlamayı desteklemek amacıyla: "Eğer
işçiler fakir ise, bu onların kendi hatasıdır. Engelleri aşın,
meyhanelere girin, zaman harcamak ve içmek için orda olan bir sürü
işçi göreceksiniz.” diye haykırıyorlar. İnanıyorum ki, eğer
işçiler, meyhaneye gitmek yerine, hakları hakkında öğrenmek ve
onları yasal olarak geçerli kılmak için ne yapmaları gerektiğini
değerlendirmek için bir odada bir seferde yedi kişi (Eylül
yasalarının izin verdiği bir sayı bu) toplandıklarında,
zenginler, meyhaneleri dolu gördüklerindekinden daha da mutsuz
olacaklardır.
Bugün
gelinen noktada, meyhane işçinin TAPINAĞIDIR; gidebileceği tek
mekandır. Kiliseye inanmamaktadır; tiyatroda hiçbir şey
anlamamaktadır. Bu, meyhanelerin her zaman dolu olmasının
nedenidir. Paris'te, işçilerin dörtte üçünün evi yoktur:
döşenmiş odalarda kalabalık içerisinde yatarlar ve evli olanlar
yeterince boşluk veya havanın olmadığı çatı katlarında
barınırlar, üstelik bundan dolayı ayaklarını hareket ettirmek
veya akciğerlerini canlandırmak için dışarı çıkmak
zorundadırlar. İnsanları eğitmek istemiyorsunuz, kendilerini
eğitmelerinden, politika ve toplumsal öğretiler hakkında
konuşmalarından korktuğunuz için toplanmalarını
yasaklıyorsunuz; isyan edeceklerinden korktuğunuz için onların
okumasını, yazmasını veya düşünmesini istemiyorsunuz. Fakat
öyleyse onlardan ne yapmalarını istiyorsunuz? Eğer zihni
etkinleştirecek her şeyi onlara yasaklarsanız, açıktır ki
başvurabilecekleri tek yer gece kulübüdür. Zavallı işçiler!
İster evlerinde olsun, isterse işyerinde olsun her çeşit sefalet
ve kederle dolup taşmış bir durumdadırlar, veya mahkum oldukları
iğrenç ve zoraki çalışma nedeniyle nihayet sinir sistemleri çok
fazla bozulur, kimi zaman tam bir çılgın haline gelirler; bu
koşullar altında, ıstıraplarından kaçabilmek için, meyhaneden
başka sığınakları yoktur. Bu yüzden oraya giderler, berbat bir
ilaç olan ancak onları hissizleştirecek meziyetteki apsenti
içerler.
Bu
tür doğruların aksine, evlerinde rahatça kurulmuş, her yemekte
ve bol miktarda iyi Bordeaux şarapları, yıllanmış Chablisler,
muhteşem şampanyalar içen sözüm ona faziletli, sözüm ona
dindar beyefendilere toplumda rastlanır ve bu adamlar işçi
sınıfının ayyaşlık, hovardalık ve taşkınlığına karşı
uzun soluklu ahlakçı konuşmalar yaparlar.
İşçiler
hakkında yaptığım çalışmalar sırasında (bunu 10 yıldır
yapıyorum), bu işçiler arasında kendi hanelerinde mutlu olan
hiçbir ayyaşla ve rahatlığın keyfini süren gerçek bir
hovardayla hiç karşılaşmadım. Halbuki kendi hanelerinde mutsuz
olan ve aşırı yoksulluk içinde yaşayanlar arasında iflah olmaz
sarhoşlar gördüm.
Meyhane
bu yüzden kötülüğün nedeni değil fakat basbayağı sonucudur.
Kötülüğün nedeni; yalnızca işçi sınıfının içine atıldığı
cehalet, sefalet ve acımasızlıktır. İnsanları
eğitin ve yirmi yıl içinde meyhanelerin bariyerlerini tutan apsent
satıcıları içki içen olmadığından dükkanlarını
kapatacaklardır.
İşçi
sınıfının Fransa'dakilere göre daha bilgisiz ve daha mutsuz
olduğu İngiltere'de işçiler, erkek ve kadınlar, ayyaşlık
batağını cinnetin eşiğine itiyor.
Bu
tarz vakit geçirme kötülüğü arttırır. Ailesinin ihtiyacını
karşılamak için hafta boyunca Pazar günü ücretlerini bekleyen
eş, kocasının paranın çoğunu meyhanede harcadığını
gördüğünde ümitsizliğe kapılmaktadır. Rahatsızlığı doruğa
erişmekte ve vahşiliği ve hastalıklı doğası ikiye
katlanmaktadır. İnsan, kocanın deneyimlediği mutsuzluğu ve
kadının cefası hakkında fikir edinmek için işçilerin evlerine
(özellikle kötü olanlarına) yakından bakmış olmalıdır.
Serzeniş ve hakaretlerden darbelere, sonrasında da göz yaşlarına,
cesaretin kırılmasına ve çaresizliğe gitmektedir....
Kocanın
neden olduğu acı yüklemelerinden sonra, gebelikler, hastalıklar,
işsizlik ve kapıda sürekli Medusa'nın kafası gibi dikilen
yoksulluk gelir. Tüm bunlara, bir de bezdirici, yaramaz, sürekli
annenin etrafında dönüp duran, ağlayan dört veya beş çocuğun
neden olduğu sürekli öfkeyi ve hareket edebilecek tek bir yerin
dahi olmadığı küçük bir işçi odasını ekleyin. Ah böyle bir
ortamda birinin sinirli, acımasız ve aksi olmaması için dünyaya
indirilmiş bir melek olması gerekir. Ancak, böyle bir aile
ortamında çocuklara ne oluyor? Babalarını yalnızca akşamları
ve pazar günleri görebiliyorlar. Sürekli sinirli veya sarhoş
halde, onlarla yalnızca öfkeyle konuşan bir baba ve ondan tek
duydukları hakaret veya küfür; annenin baba hakkında bitmeyen
şikayetleri ile onu sevmiyor ve küçük görüyorlar. Anneye
gelince, ondan korkuyorlar, ona itaat ediyorlar ama onu sevmiyorlar;
çünkü erkekler onlara kötü davrananları sevmezler. Ve bir çocuk
için annesini sevememek ne büyük bir trajedi! Başı bir belaya
girdiğinde, kimin göğsüne başını yaslayıp ağlayacak? Bir
dikkatsizlikle ya da yanlış bir yola saptığında büyük bir hata
yaparsa, sırrını kime açabilir? Annesinin yanında olmaya hiç
isteği kalmayan çocuk anne evini terk etmek için herhangi bir
bahane arar. Erkekler için olduğu kadar, kızlar için de kötü
ilişkiler kurmak kolaydır. Bir insan, boş gezmeden serseriliğe ve
genellikle serserilikten de hırsızlığa geçer.
Genelevdeki
insanlar ve hapiste acı çeken talihsizler arasında, bunu
söyleyebilecek kaç kişi vardır: "Eğer bizi yetiştirmeye
yeterli annelerimiz olmuş olsaydı, biz kesinlikle burada olmazdık".
Tekrar
ediyorum, kadın, işçinin hayatındaki her şeydir. Anne olarak,
çocukluğu boyunca erkeği etkiler; erkeğin edindiği kazanılması
çok önemli olan bu bilimin, kaderi bizi etkileyen toplumsal çevreye
uyarak kendimize ve diğerlerine uyum sağlayarak yaşamayı öğreten
bu yaşam biliminin ilk nüveleri kadından ve yalnızca kadındandır.
Sevgili olarak, onun bütün gençliği boyunca kadının onun
üzerinde etkisi vardır, genç, güzel ve seven bir kızın
edebileceği ne de güçlü bir etki! Eş olarak hayatının dörtte
üçü boyunca onu etkiler. Sonuçta, kız çocuğu olarak onu
yaşlılık döneminde etkiler. İşçinin konumunun aylak bir
zenginden oldukça farklı olduğuna dikkat edin. Eğer zenginin
çocuğunun kendisini büyütmekte yetersiz bir annesi varsa, çocuk
ya bir yatılı okula verilir ya da çocuğa bir mürebbiye tutulur.
Eğer genç adamın bir metresi yoksa, yüreğini ve hayal gücünü
güzel sanatlar veya bilim çalışmaları ile doldurabilir. Eğer
zengin adamın bir eşi yoksa, dünyada zaman geçirecek bir şeyden
eksik kalmaz. Eğer zengin yaşlı adamın kızı yoksa, Boston [5] oyununu yapmaya seve seve razı olacak bazı eski arkadaşlar veya
yeğenler bulabilir, oysa ki bütün zevklerin yasaklandığı işçi,
tek neşe kaynağı olarak, avuntusu olarak, ailesindeki kadınların
dostluğuna, kara talih yoldaşlarına sahiptir. Bu durumdan da
anlaşıldığı gibi, halktan kadınların çocukluklarından
itibaren, uğraşlarında yetenekli işçiler, aileleri için iyi
anneler, çocuklarını yetiştirme ve yönlendirmede yetenekli ve
onlar için la Presse'in dediği gibi doğal bedelsiz kadın
öğretmenler olabilmeleri ve elbette doğumdan ölümlerine kadar
etkiledikleri erkeklerine ahlaki yönden değerlendiren aracılar
olarak hizmet edebilmeleri için, bütün iyi, doğal yatkınlıklarını
geliştirmeye uygun akılcı, sağlam bir eğitim almaları işçi
sınıfının entelektüel, manevi ve maddi iyiliğinin bakış
açısından muazzam bir önemdedir.
Soruyu
irdelemeye razı olmadan önce korkuyla haykıran siz erkekler,
kadınlar için neden haklar talep ettiğimi, neden onların toplumda
erkeklerle tamamıyla eşit düzeyde yer almalarını ve doğuştan
gelen yasal haklar sayesinde bunun tadını çıkarmalarını
istediğimi anlamaya başladınız mı?
Kadınlar
için haklar talep ediyorum, çünkü dünyanın bütün
hastalıklarının, kadınların doğal ve kazanılmış haklarının
bugüne kadar uğratıldığı bu kayıtsızlık ve hor görülmekten
geldiğine ikna oldum. Kadınlar
için haklar talep ediyorum, çünkü eğitimlerinin gerçekleşmesi
için tek yol bu ve çünkü kadınların eğitimi genel olarak
erkeklerin eğitimine bağlı ve özellikle de halktan erkeklerin.
Kadınlar
için haklar talep ediyorum, çünkü kilisenin, hukukun ve toplumun
gözünde kadınların itibarlarının iade edilmesinin yegane aracı
budur ve eğer işçilerin kendisi haklarını kazanacaksa bu ön
iade-i itibar gereklidir. İşçi sınıfının bütün hastalıkları
bu iki kelimeyle özetlenebilir: yoksulluk ve cehalet, cehalet ve
yoksulluk. Fakat bu labirentten çıkabilmek için, sadece tek yol
görüyorum: Kız veya erkek bütün çocukları yetiştirmekle
yükümlü kılındıkları için kadınların eğitimine başlamak.
İşçiler,
günümüz koşulları altında, ailenizde neler olduğunu
biliyorsunuz. Sen, eşi üzerinde hakları olan adam, eşinle beraber
memnun bir şekilde mi yaşıyorsun? Konuş: mutlu musun?
Yok,
hayır. Haklarınıza rağmen ne memnun ne de mutlu olmadığınızı
görmek kolay.
Köle
ile efendi arasında, birini ötekine bağlayan zincirlerin
ağırlığının tükenmişliği olabilir ancak. Özgürlüğün
olmadığı yerde ona, mutluluğun olamayacağını hissettirir.
Erkekler
huysuz ruh halinden, sinsilikten ve bir kadının neredeyse bütün
ilişkilerinde dışavurduğu gizli hırçın doğasından durmadan
şikayet eder. Ah, eğer, yasa ve geleneklerin kendileri üzerine
koyduğu sefillik durumunda kadınlar herhangi bir söylenme olmadan
üzerlerinde ağırlık yapan boyunduruğa kendilerini adamış
olsalardı kadın ırkı hakkında oldukça kötü bir fikrim
olabilirdi. Tanrıya şükürler olsun, bu böyle değil! Zamanın
başından beri itirazları her zaman aralıksız olmuştur. Ancak
İnsan
Hakları Bildirgesi'nden
beri, onlar için yeni insanın ihmal ve aşağılamasını ortaya
çıkaran bu onurlu yasadan beri, itirazları gayretli ve şiddetli
bir niteliğe büründü, bu kölenin kızgınlığının dorukta
olduğunu kanıtlamaktadır. . . .
İşçiler,
siz iyi bir sağduyuya sahipsiniz ve sizinle akıl yürütülebilir,
çünkü Fourier'in söylediği gibi, zihinleriniz bir çok kuramla
tıkıştırılmamıştır, bir anlığına bir kadının erkekle
yasal olarak eşit olduğunu var sayabilir misiniz? Peki, sonuç ne
olurdu?
1.
Bu andan itibaren insan, yasal bağımlılıktan kaynaklı şimdiki
durumlarındaki kadının yetilerinin manevi ve fiziksel gelişiminden
ister istemez kaynaklı tehlikeli sonuçlardan korkmak zorunda
kalmazdı, insan onların zekâlarından yararlanmak ve olası en iyi
avantajları sağlamak için oldukça dikkatli bir şekilde onları
bilgilendirebilirdi;
2.
Böylece siz, halktan erkekler, iyi ücretler kazanan hünerli
işçiler, eğitimli, iyi yetişmiş ve oldukça becerikli bir
şekilde sizi bilgilendirebilen, yetiştirebilen annelere sahip
işçiler olurdunuz, tam da özgür erkekler için uygun olduğu
gibi.
3.
Kardeş, sevgili, eş, arkadaş olarak iyi yetiştirilmiş eğitimli
kadınlarınız olurdu, gündelik yaklaşımları sizin için bundan
daha iyi olamaz; hiçbir şey, bir erkek için eğitimli, iyi ve akıl
ve iyi niyetle konuşan bir kadınla sohbetten daha tatlı, daha hoş
olamaz.
İşçiler,
eğer kadınlar erkeklerin eşiti olarak tanınsaydı proleter
sınıfın tadını çıkaracağı konumu ancak kabataslak bir
şekilde anlatan bu küçük resim, sizi mevcut kötüye karşı ve
erişilebilecek iyiyi düşünmeye sevketmelidir. Bu size muhteşem
kararlılık için ilham vermelidir.
İşçiler,
eski yasaları ortadan kaldıracak ve yenilerini yapacak güce sahip
değilsiniz - hayır, buna hiç şüphe yok; ancak size acı veren,
özellikle size ve insanlığın ilerleyişine engel olan yasaların
adaletsizlik ve saçmalığına karşı çıkacak gücünüz var.
Dolayısıyla gayretli bir şekilde sizi ezen bütün yasaları
fikirlerle, kelimelerle, yazılarla protesto edebilirsiniz - hatta bu
kutsal bir görevdir. Bu yüzden şunu anlamak için çaba sarfedin:
kadınları zapt eden ve onları eğitimden mahrum kılan yasa sizi
ezmektedir, siz, proleter erkekleri.
Yetişmesi,
bilgilendirmesi ve dünyanın yordamlarını öğrenmesi için,
zengin ebeveynlerin oğlunun mürebbiyeleri ve bilgili öğretmenleri,
yetenekli müdürleri ve sonunda güzel markizleri var, zarif, zeki
kadınların işlevi, yüksek sosyetede, okulu bitirdikten sonra iyi
ailelerin çocuklarının eğitimini ellerine almaktır. Bu, yüksek
soyluların centilmenlerinin iyiliği için oldukça yararlı bir
işlevdir. Bu leydiler onlara nezaket, zarafet, incelik, zihnin
uyumluluğu, iyi bir terbiye öğretirler; kısacası, erkekleri
yaşamayı bilen, düzgün centilmenler yaparlar. Eğer bir adam
herhangi bir yeteneğe sahipse, eğer bu hoş kadınlardan birinin
koruması altına girecek şansa sahipse, bahtı açıktır. Otuz beş
yaşlarında bir büyükelçi veya bir bakan olacağından emindir.
Oysa ki siz, zavallı erkek işçiler, yetişmeniz ve bilgilenmeniz
için sadece annenize sahipsiniz; nasıl yaşacağını bilen adamlar
haline gelmeniz için, sadece kendi sınıfınızdan kadınlara
sahipsiniz, cehalet ve sefaletteki yoldaşlarınıza.
Daha
önce alt sınıflardan kadınların cehaletinin oldukça vahim
sonuçları olduğunu gösterdim. Kadınlar aşağılanma
koşullarında kaldığı sürece işçilerin kurtuluşunun imkansız
olduğunu savunuyorum. Bütün ilerlemeyi önlüyorlar. Zaman zaman
karı ve koca arasındaki şiddet dolu sahnelere tanık oldum.
Genellikle kurban oldum, çok kaba hakaretlere uğradım. Bu zayıf
yaratıklar, meşhur tabirle kendi burunlarının ötesini
göremiyorlar, kocalarına ve bana çok öfkeliler, çünkü işçinin
zamanının birçok saatini politik ve toplumsal fikirlerle meşgul
ederek kaybettiğini düşünüyorlar. "Kendini neden seni
ilgilendirmeyen şeylerle meşgul ediyorsun?" diye feryat
ettiler. "Yiyeceğimize yetecek kadarını kazanmayı düşün
ve bırak da dünya nereye istiyorsa oraya gitsin".
Bunu
söylemek acımasızca, ancak bazı mutsuz işçiler, iyi erkekler,
zeki ve iyi niyetli, Pazar günlerini ve ufak birikimlerini davanın
hizmetine adamak istemekten daha fazlasını istemeyen ve evde huzur
bulmak için, beni görmeye geldikleri ve bana yazdıkları gerçeğini
eşlerinden ve annelerinden saklayan erkekler biliyorum. Bu aynı
kadınlar bana nefretle sarılıyorlar, benim hakkımda korkunç
şeyler söylüyorlar, ancak hapishane korkusu onların evime gelip
beni aşağılama ve dövme noktasından uzak tutuyor olabilir ve
bütün bunların nedeni olarak, erkeklerinin kafasına onları,
onlar için oldukça yararsız ve zaman kaybı olan okumaya, yazmaya
zorlama fikirlerini sokarak büyük bir suç işlediğim olduğunu
söylüyorlar. Bu oldukça üzücü! Bununla birlikte, toplumsal
sorunları anlamaya yeterliliği olan ve sadık olduğunu kanıtlamış
bazı kadınlarla da karşılaştım.
Bu
yüzden, kadınların üstünlüğü adına (bazıları beni bu
konuda suçlamaya girişmeyecektir) kadınların haklarını talep
ettiğimi söylemiyorum; hayır, gerçekten. İlk olarak, kadının
üstünlüğü sorununu tartışmadan önce, kadının toplumsal
kişiliğinin tanınması gerekmektedir. Çok daha somut bir temele
dayanıyorum. Erkekler, sizin kendi çıkarınız için; sizin
iyiliğiniz için, ey, erkekler; son olarak, bütün erkeklerin ve
kadınların evrensel iyiliği adına kadınların hakları için ve
beklerken en azından bu hakları ilke olarak kabul etmeniz adına
sizden talepte bulunuyorum.
Dolayısıyla,
işçiler, karar sizin, uygulamada eşitsizliğin ve adaletsizliğin
kurbanı olan sizin. Erkeklerle kadınlar arasındaki mutlak eşitliği
ve en sonunda dünyada adaletin düzenini kurmak sizin elinizde.
Dünyaya
muhteşem bir örnek armağan edin, ezenlerinize, şiddet gücüyle
değil de yasa yoluyla zafer kazanmak istediğinizi kanıtlayacak bir
örnek; ancak siz yedi, on, onbeş milyon proleter bu şiddet gücünü
her an hizmetinizde bulabilirsiniz. Kendiniz için adalet isterken,
adil ve tarafsız olduğunuzu kanıtlayın; ilan edin, siz güçlü
erkekler, çıplak kollu erkekler, kadını eşitiniz olarak
tanıdığınızı ve bundan dolayı kadını İŞÇİ ERKEK VE İŞÇİ
KADINLARIN EVRENSEL BİRLİĞİ yararına eşit haklarla tanıdığınızı
ilan edin.
İşçiler,
belki üç veya dört yılda, 600 çocuk ve 600 yaşlıyı
barındırmaya hazır, ilk sarayınıza sahip olacaksınız! Peki,
yakın zamanda TÜZÜĞÜNÜZ olacak olan, yasalarınız aracılığıyla
ilan edin, eşitlik için kadınların haklarını ilan edin.
OUVRIERE BİRLİĞİ saraylarına eşit sayıda ERKEK ve KIZ kabul
edileceğini, onlara entelektüel ve profesyonel eğitim verileceğini
TÜZÜĞÜNÜZDE yazın.
İşçiler,
'91'de [6] atalarınız ölümsüz ERKEĞİN HAKLARI deklarasyonunu ilan
ettiler. Sizin bugünkü yasa karşısındaki özgür ve eşit
erkekler olarak durumunuzu borçlu olduğunuz bu onurlu
deklarasyondur. Atalarınıza bu muhteşem çalışma için saygınızı
gösterin! Ancak, proleterler, başarması hiç de ondan daha önemsiz
olmayan size de, 1843'ün erkekleri, düşen bir iş var. Sıra
sizin, Fransız toplumunda kalan son köleleri de özgürleştirin;
KADININ HAKLARINI ilan edin, aynı atalarınızın da sizin
haklarınızı ilan ettiği koşullarla, şöyle söyleyin:
"Biz,
Fransız proleterleri, elli beş yıllık deneyim sonrasında,
kadınların doğal haklarının ihmal ve küçümsenmesinin,
dünyanın hastalıklarının doğrudan nedenleri olduğu konusunda
gereğince aydınlanmış ve ikna olduğumuzu kabul ediyoruz. Kadının
kutsal ve vazgeçilemez haklarının, tüzüğümüzde yazılı bir
şekilde resmi deklarasyonu aşamasına gelmiş bulunuyoruz.
Kadınların deklarasyonumuza ilişkin bilgilendirilmesini
arzuluyoruz, böylece kendilerinin, erkeklerin zorbalık ve
adaletsizliğiyle küçük düşmelerine ve ezilmelerine izin
vermeyebilirler ve erkekler kadınlara, annelerine, kendilerinin
hoşuna giden özgürlük ve eşitliklerine saygı duyabilirler.
1.
Toplumun amacı erkek ve kadınların ortak mutluluğu olduğuna
göre, OUVRIERE BİRLİĞİ erkek ve kadınların işçiler olarak
haklarından yararlanmasını güvence altına alır.
2.
Bu haklar şunlardır: ister çocuk, yaralı veya yaşlı insan
olsun, OUVRIERE BİRLİĞİNİN SARAYLARINA kabülde eşitlik.
3.
Kadının gözümüzde erkeğin eşiti olması, kadınlar da her ne
kadar farklı olsalar da, erkeklerin manevi ve profesyonel bilimiyle
aynı derecede akılcı, katı ve kapsamlı bir eğitim alacaktır.
4.
Yaralı veya yaşlılar için muamele, erkekler için olduğu gibi
kadınlar için de her açıdan aynı olacaktır.
İşçiler,
emin olabilirsiniz ki, eğer ileri sürdüklerimi tüzüğünüzde
birkaç satırla yazacak yeterlilikte tarafsızlık ve adaletiniz
varsa, kadın haklarının bu deklarasyonu kısa süre içerisinde
gelenek olacak, daha sonra gelenekten yasaya dönüşecek ve yirmi
beş yıl içerisinde onun Fransız toplumunu yönetecek olan yasa
kitabının başında yazılı olduğunu göreceksiniz: erkek ve
kadınlar için MUTLAK EŞİTLİK.
O
zaman kardeşlerim, ancak o zaman, İNSANLIĞIN BİRLİĞİ
oluşturulabilecektir.
'89'un
çocukları, babalarınızın size miras bıraktığı görev budur!
BU
KİTAPTA YER ALAN FİKİRLERİN BİR ÖZETİ
....amacı
şöyledir:
1.
Sıkı, katı ve çözülmez bir BİRLİK aracılığıyla İŞÇİ
SINIFINI OLUŞTURMAK
2.
Ulus karşısında, bu sınıfın varolma hakkı olduğu gerçeğini
sıkıca yerleştirmek ve bu hakkın diğer sınıflarca kabulünü
güvence altına almak için İŞÇİLERİN BİRLİĞİ tarafından
seçilmiş ve maaşı ödenen bir savunucuyla işçi sınıfının
temsiliyetini sağlamak
[İkinci
ve üçüncü basımlarda "hak" kelimesi "ihtiyaç"
kelimesiyle değiştirilmiştir]
3.
Adalet adına, gasplara ve ayrıcalıklara karşı temyize gitmek.
[İkinci
ve üçüncü basımlarda madde 3 çıkarılmış ve birinci
basımdaki madde 4 ile değiştirilmiştir (aşağıda).]
4.
Bir mülkiyet olarak kollarının meşruluğunun tanınmasının
güvence altına alınması. (Fransa'da yirmi beş milyon proleterin
kollarından başka mülkiyeti yoktur.)
5.
Bütün erkek ve bütün kadınlar için çalışma hakkı
meşruluğunun tanınmasının güvence altına alınması.
[İkinci
ve üçüncü basımda bu madde 5, 4 olmuş ve madde 5 şu şekilde
olmuştur: Bütün erkek ve bütün kadınların manevi, entelektüel
ve profesyonel eğitim hakkının meşruluğunun tanınmasının
güvence altına alınması.]
6.
Mevcut toplumsal koşullar altında işin örgütlenmesinin
olanaklarının araştırılması.
7.
Her ofiste, işçi sınıfının çocuklarının, entelektüel ve
profesyonel olarak eğitim göreceği ve çalışırken yaralanan
işçi erkek ve kadınlarla, sakatlar veya yaşlıların bakım
göreceği İŞÇİLERİN BİRLİĞİ SARAYLARININ inşası.
8.
Halkın kadınlarının manevi, entelektüel ve profesyonel
eğitiminin acil bir ihtiyaç olarak tanınması, böylece halkın
erkeklerinin ahlaki yönden aracıları haline gelebilirler.
9.
İNSANLIK BİRLİĞİNİN oluşturulmasının tek aracı olan
erkeklerle kadınların yasal eşitliğinin ilke olarak tanınması.
* Union ouvriere 1. basım (Paris, 1843), s. 108, alıntılayan Jules
Puech, La Vie et l'oeuvre de Flow Tristan içinde (Paris, 1925), s.
126-27. Bu özgün özet ikinci basım için biraz değiştirilmiştir
(köşeli parantezlere bakınız). Bu değişiklikler Union ouvriere,
3. basım, 1844, EDNIS tarafından yeniden baskı, Editions
d'Histoire Sociale (Paris, 1967), s. 108. kaynağından alınmıştır.
Puech'a göre, s. 490, ikinci ve üçüncü basımlar bu bakımdan
aynıdır.
1 çn.
Fransızca'daki dişil işçi kelimesiyle İşçi Birliği
anlamına gelen ifade
2 çn.
Fransız devriminin olduğu 1789 yılı
3 çn.
yüksek alkol oranına sahip, günümüzde çoğu ülkede
yasaklanmış olan yeşil renkli bir içki
4 çn. 26 Ağustos 1789'da Fransa Ulusal Meclisi tarafından kabul edilen bildirge. Orijinali, Türkçe'ye “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi” olarak çevrilen Fransızca “Déclaration daes droits de l'homme et du citoyen”dir.
5 çn. Bir iskambil oyunu
6 çn. 1791'deki kısa ömürlü Fransız Anayasası