Harvey:
“toplumun dış yüzeyinin altında köpüren volkanik bir halin
olduğunu hissedersiniz ve onun daha sonra ne zaman ve nerede
patlayacağını asla bilemezsiniz.”
Occupied Times:
"Kent hakkı"
kavramından ilk olarak 1968 yılında Henri Lefebvre bahsetti. O
"inşa ettiği şehrin baş kahramanı olarak insanın
kurtuluşunun ... onun kolektif yaşam için inşa ettiği buluşma
noktası" olduğunu savundu.Siz bu kolektif
hakkı - kendimizi ve şehirlerimizi yeniden yaratmayı - "en
değerli ancak en çok ihmal edilen insan haklarından biri"
olarak ifade ettiniz.Son yıllarda bu
insan hakkını hangi şekillerde ihmal ettiğimizi düşünüyorsunuz?
David Harvey:
Eğer ne tür bir şehir inşa edileceği sorusu, ne tür insanlar
olmak istiyoruz sorusuna ciddi bir şekilde bağlı ise, o halde bu
ilişkiyi açıkça tartışma eksikliği; bizim, insanları ve
onların tutkularını yeniden şekillendirilmesini sermaye
birikiminin gereksinimlerine terk ettiğimiz anlamına gelir. Bence,
1945'ten sonra Amerika'nın banliyöleşmesinin, sadece Amerika'yı
efektif talebi muazzam genişletme yoluyla 1930'ların kriz
koşullarına dönüş ihtimalinden kurtarmaya yardım etmekle
kalmayıp, aynı zamanda sosyal ve politik olarak devrimci bilinçten
veya anti-kapitalist duyarlılıktan yoksun bir dünya yaratmaya da
hizmet ettiği, plancılar ve politikacılar tarafından çok iyi
anlaşılmıştır. 1960'ların feministlerinin banliyöleri kendi
düşmanları olarak görmesi ve banliyö yaşam tarzının sınıfa
karşı ön yargılı, ayrımcı ve aşırı ırkçı bir politik
öznellikle ilişkilendirilmesi hiç de şaşırtıcı değil.
OT:
Londra çok kültürlü bir şehir olarak övülür ve
belki de kent hakkının önemli bir bileşeni de bir arada yaşama
hakkıdır. Şehirleri yeniden tasarlarken ve yeniden yaratırken,
bir şehrin yeniden yapılanmasının orada var olan farklı
fikirlere ya da topluluklara imtiyaz tanıyan veya onları ayıran
bir şekilde yapılmadığından nasıl emin olabiliriz?
DH: Toplumsal
hareketler, siyasete etkin katılım ve bulunduğu yerelde mücadele
etme isteği dışında hiç bir şey bundan emin olmamızı
sağlamaz. Şehrin içinde ve ona ilişkin mücadele sağlıklı bir
şeydir, devlet müdahalesiyle kontrol edilmesi ve bastırılması
gereken bir hastalık değildir.
OT:
Dijital bir çağda yaşıyoruz. Birçok durumda, insanlar
binlerce kilometre uzaktaki insanlarla aynı sokaktaki komşularından
daha samimi ilişkiler geliştiriyor. Eğer şehirler, tarihsel
olarak, ortak fiziksel mekan etrafında gelişmeye eğilimli ise,
fiziksel/mekansal toplulukların üstünlüğünü sarsan iletişim
teknolojileri, kentin gelecekteki yapılanmasını nasıl
etkileyecek?
DH: Yeni
teknolojiler, hem yararlı hem de zararlı. Bir yandan "kitle
oyalama silahları" olarak işlev görebilir ve insanları
politikaya inanmanın yalnızca sanal bir dünyada mümkün olacağına
inanmaya yönlendirebilir. Veya, sokaklarda, mahallelerde ve tüm
şehirde siyasal eylemleri yaymak ve düzenlemek için
kullanılabilir. Kahire, İstanbul, Atina, Sao Paulo, vb. de
gördüğümüz gibi siyasal eylemler için sokaklardaki bedenlerin
yerini hiç bir şey tutmuyor. Aktif sokak siyaseti ile birlikte
çalışan yeni teknolojiler inanılmaz bir güç olabilir.
OT:
Neil Grey "Kimin isyan şehri?" başlıklı
yazısında, sizin en son kitabınız olan "Asi Şehirler"deki
analizinizin, ilk defa 1960 ve 1970'ler İtalyasındaki kent
mücadeleleri sırasında ortaya çıkan - 'Şehri Ele Geçir'
sloganıyla; toplumsal yeniden üretim çevresindeki feminist
tartışmalarla; 'toplumsal fabrika' fikriyle ve sözde 'bölgesel
halk hareketleriyle' nitelenen - Otonom Marksist geleneği ihmal
ettiğinizi, bunun yerine teorinizin kentleşme yoluyla sermayeyi
emme ve artı değer üzerinde durduğunu ileri sürüyor. Bu
eleştiriye cevabınız nedir? Bu siyasi
uygulamaların, yerel halkın şehirlerini nasıl yeniden
örgütleyeceğinin ana hatlarını çizmede kullanılabileceğine
katılıyor musunuz?
DH: Bu
eleştiri tuhaf. Elbette 2. bölüm sermaye birikimi süreçleri
aracılığıyla kentleşme oluşumu hakkındadır, ama 5. bölüm
kentlerdeki toplumsal sınıf hareketlerine ayrılmıştır. Ben
tabii ki bu tür hareketlerin hepsini kapsayamayabilirim ve bu
nedenle tıpkı İtalya'daki otonomist hareketle bağlantılı
olanlar gibi kesinlikle kapsayamadığım değerli bir çok hareket
vardır. Ancak ben, sınıf mücadelesi çerçevesinde tüm bu
olanların hangi yollarla olduğunu kuramlaştırmaya çalışırken,
yüzyılın başlarında insanların evleriyle İtalya'da fabrika
konsey hareketini tamamlama şekillerini inceledim ve tabi ki Paris
Komünü ve diğer kent ayaklanmalarında olduğu gibi, El Alto'nun
hikayesinden de çok fazla ilham aldım. Yani, benim sadece
artı-değerle oluşan sermayenin emilmesiyle ilgilendiğimi söylemek
oldukça garip ve bence Neil Grey ya kitabı sonuna kadar okumadı ya
da, ben onun özel, en çok sevdiği toplumsal kent hareketini ele
almadığım için önemsemedi.
Bu arada ben,
Gramsci'nin fabrika konseylerini bölgesel komitelerle desteklemenin
önemi üzerine olan yorumundan alıntı yapmak isterdim: "bölge
komiteleri aynı zamanda garson, taksi şoförü, tramvay işçisi,
demir yolu işçisi, çöpçü, özel sektör çalışanı, katip ve
diğerleri gibi farklı tabakalardan işçilerin olduğu bölgelerdeki
temsilcileri birleştirme yolları araştırmalı. Bölge komitesi, o
bölgede yaşayan tüm işçi sınıfının, yetkilerce desteklenen
kendiliğinden gelişen bir disiplini uygulayabilen ve bütün
bölgede anında ve tamamen işin durdurulmasını düzenleyen ve
meşru ve otoriter bir dışa vurumu olmalıdır."
OT:
Çin'de, hızlı kentleşme ve sürekli büyüyen emlak
balonunun ardından, Batı'da yaşayan insanların haberi olmadığını
ileri sürdüğünüz yükselen bir sınıf mücadelesi olduğundan
bahsettiniz. Eğer Çin'de yaşanan duruma daha dikkatli
bakacak olursak, ne öğrenebiliriz?
DH: Şu anda
Çin'de açığa çıkan çok daha fazla şey var ve hem devasa
ölçütlerde emlak balonları hem de 2008'de ihracat piyasasının
çökmesine tepki olarak kentleşmenin aşırı üretim kronik
sorununun tehlikelerine karşı yükselen bir farkındalık da var.
Kentlerde yaşanan aşırı birikim konusunda çok ciddi bir
tedirginlik var. Teorik olarak, ben neler olduğunu anlıyorum ama iş
durdurmaya geldiğinde bir şey diyemiyorum. Çin'de kentsel ve
endüstriyel alanda çok fazla huzursuzluk olduğunu biliyoruz ama
bunun ne kadar ve ne önemde olduğuna karar vermek çok güç.
OT:
Siz "mülksüzleştirme yoluyla birikim" olarak
adlandırdığınız kavramı kapitalizmde kentleşmenin merkezine
yerleştiriyorsunuz. Londra'yı çevreleyen topraklar
bugünlerde "yenileme" bahanesiyle, konut yardımı
kesintisi ve sözüm ona “yatak odası” isimli yeni vergiyle
birlikte dönüştürülüyor. (çn. “Yatak odası” vergisine
göre ev sakinlerinin konut yardımı eğer tek bir boş yatak
odaları varsa %14, bu sayı iki ve daha fazla ise %25 kesintiye
uğrayacaktır.) Gayri menkul geliştiricileri sosyal
konutları 'uygun fiyatlı' mülklerle değiştirebilsin diye
evlerini yitirmiş Elephant & Castle içindeki Heygate
konutlarında oturan yüzlerce kişi pek çok örnekten bir
tanesidir. Taban örgütlenme mücadeleleri bu yer
değiştirmelere direnmek için ortaya çıktı, ama sürekli olarak
siyasal ve yasal kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyorlar.Şehir genelinde veya daha geniş anlamda birleşik bir
hareketin önemi ve olası güçlükleri hakkında sizin
düşünceleriniz nelerdir?
DH: Ben tüm
şehir genelinde mülksüzleştirilmeye karşı mücadelede mümkün
olduğunca birleşmenin hayati öneme sahip olduğunu düşünüyorum.
Ama böyle yapmak, mülksüzleştirilmenin oluşması ve kökenlerinin
biçimleri hakkında doğru bir bakış gerektirir. Örneğin, şu
aralar, gayri menkulcülerin talancı icraatlarının ve onların il
çapındaki finansörlerinin birlikteliğini tanımlamaya ve onların
uygulamalarını dizginlemek ve kontrol altında tutmak için il
çapında kolektif bir mücadele başlatmaya ihtiyaç var. Son
zamanlarda, Brezilya'da ulaşım masraflarına, aynı zamanda Dünya
Kupası için yapılacak olan stadyum binasına (Brezilya hakkında
konuştuğumuzu düşünürsek bu dikkat çekicidir) ve yer
değiştirmelere, kamu kaynaklarının israfına dair kentsel
huzursuzluklar görmekteyiz. Bu nedenle kent çapında ve kent
ekseninde mücadeleler görmek imkansız değildir. Tehlike, her
zaman olduğu gibi, insanların kavgadan yorulmasıyla, mücadelenin
zayıflamasıdır. Tek çözüm mücadeleleri devam ettirmek ve bunu
yapacak kapasiteye sahip örgütler kurmak (özellikle bir kent
mücadelesi olmamasına karşın, Brezilya'daki MST buna iyi bir
örnektir).
OT:
Londra'da bariz bir kamusal alan eksikliği var.
Şehrin çoğu özel mülkiyete ait. Şehir gözetim
panoptikonu, 'izinsiz girilmez' işaretleri ve piyasa müdahalesi
olmayan bir kamusal alan yokluğu ihtiyacını karşılıyor.Kapitalizmin tahribatına karşı direnenlere, sadece
çalışmaları için değil, aynı zamanda da yaratıcı etkileşim
için yeni yollar keşfetmelerine olanak sağlamak için,
halka/topluma açık alanlar araştırmak ve geliştirmek önemli
midir?
DH: Devlet
tarafından kontrol edilen alanları özgürleştirme ve onları
halkın kontrolünde olan meydanlar haline getirme sorunu bence
kritiktir. Aynı zamanda kamusal alanların yeniden kazanılması çok
önemlidir ve umarım böylesi bir sona doğru yönelen pek çok
harekete şahit oluruz.
OT:
Dünya düzenini değiştirmenin güçlü bir yolu olarak
"sosyalist şehirler ittifakı" ihtimalinden söz ettiniz.
Ne demek istediğinizi ve bunun nasıl işe yarayacağını
açabilir misiniz?
DH: Bu ilk
bakışta biraz alışılmadık bir fikir ancak halihazırda şehirler
arasında ve ABD'deki silah kontrolü, gibi bazı konularda bir çok
karşılaştırma ve iletişim var. Kent yönetimleri arasında
gittikçe daha iyi sonuçlar verebilen iş birliği bağlantıları
var. Ben bu tür eylemlerin neoliberal uygulamalara karşı neden
daha ileri gidip örgütlü bir kent direnişi kuramadığını
anlayamıyorum. İngiltere'de kent yönetimleri çevresinde sözde
yatak odası vergisine karşı eş güdümlü bir tepkinin, daha önce
gözler önüne serilmiş olan kişi başına alınan vergi
mücadelesinin yönteminde yankılanacağını düşünüyorum. Biz
aslında bu türden şeyler yaptık ancak sonrasında bunların
tahlilini tam olarak yapmadık ve ihtimallerini değerlendirmedik.
OT:
Sivil itaatsizlik, aralarında Yunanistan, Madrid, Meksika,
Buenos Aires, Santiago, Bogota, Rio de Janeiro ve en son Stockholm'ün
de bulunduğu tüm dünya şehirlerinde olduğu gibi Londra şehir
yaşamının da çok yinelenen bir özelliği haline geliyor.
Ayaklanmalar (sadece protestolar ve örgütlü toplumsal
hareketler değil) şimdi kent hakkını geri kazanma aracının bir
parçası mıdır? Burada, dünyanın finans kapitali
içinde olanlar, diğer şehirlerde olan bu mücadelelerden ne
öğrenebilirler?
DH: Beni bu
soruları yorumlamam üzerine çağırdığınızdan bu yana,
İstanbul (örneği) var. Küresel duruma baktığınızda, toplumun
dış yüzeyinin altında köpüren volkanik bir halin olduğunu
hissedersiniz ve onun daha sonra ne zaman ve nerede patlayacağını
asla bilemezsiniz (en son ziyaretimde bana kolay anlaşılır
gelmesine rağmen, İstanbul'da pek çok hoşnutsuzluğun olduğu
kimin aklına gelirdi ki). Bana kalırsa bizler kendimizi bu tür
patlamalara karşı hazırlamalıyız ve elimizden geldiği kadarıyla
bunları sürekli eylemler içerisinde destekleyen ve geliştiren alt
yapı ve örgütsel biçimleri kurmalıyız.
OT:
Özel mülkiyetin yerleşmiş yasallığını genel kavram
içerisinde tanımlarken, İngiltere'de arsa değeri vergisi
uygulamanın yararları üzerine görüşleriniz nelerdir?Bu
vergiyi savunanların dediği gibi herhangi bir dengeleme etkisi elde
edebilir mi?
DH: Ben
arazi değer vergisinin yardımcı olabileceğini düşünüyorum
ama, sonuçta, son yıllarda özellikle Londra ve New York gibi büyük
şehirlerde çok güçlü olan rantiye sınıfı tarafından elde
edilen çok büyük servetler sorunu üzerine eğilmiyor, oysa bu
mülksüzleştirmenin yüzleşilmesi gereken asıl şeklidir.
Kaynak: Preoccupying: David Harvey