21 May 2013

Marksizm: Dün, Bugün, Gelecek - Bertell Ollman

16.05.2012

Türkiye’ye bir dizi konferans vermek amacıyla Yordam Kitap tarafından çağırılan Marksist Siyaset Bilimci Bertell Ollman 12 Mayıs 2013 tarihinde yaklaşık 3 saati bulan “Marksizm: Dün, Bugün, Gelecek” başlığı üzerine bütünlüklü bir sunum yaptı. Bu yazıda panelde aldığım notları ve Bertell Ollman’ı dinlemeye gelen birçok arkadaş ile sonrasında yaptığımız tartışmaları elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım. Bertell Ollman’ın yaptığı konuşmada benim aldığım notlara ilişkin görüş yazılırsa bu yazının kendisi bir adım daha ileriye götürecektir. Panel sırasında aldığım notları maddeler halinde açıklayacağım. Ayrıca simultane çeviride oldukça başarılı olan Sungur Savran’ın emeğini unutmamak gerekir.

Yordam Kitap, Ekim 2006’da Bertell Ollman’ın “Diyalektiğin Dansı Marx’ın Yönteminde Adımlar” adlı kitabının ilk Türkçe çevirisini yayınladı. Bertell Ollman’ın İzmir’de yaptığı sunumun içeriği bir nevi bu kitabın bütünlüklü bir özeti gibiydi. Bu kitabın başında Karl Marx’ın “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Giriş” adlı çalışmasından bir alıntı yer alıyor: “Olduğu yerde donup kalmış koşulları, kendi şarkıları eşliğinde dans etmeye zorlamalıyız”. Yapılan sunumda Bertell Ollman olduğu yerde donup kalmış koşulları kendi şarkıları eşliğinde dans ettirmenin tek yolunun diyalektik olduğunu dönüp dolaşıp vurguladı.

Kapitalist sistemin doğduğu günden bugüne yaşadığı dönüşümler toplumsal hayatın da köklü bir şekilde dönüşmesini sağladı. Yaşanan bu dönüşüm nedeniyle mevcut bir durum üzerinde tahlil yapan birçok Marksist insanın da oldukça sığ yorumlar yaptığını belirterek sunumuna ilk olarak Marksizm ne değildir? sorusunu sorarak cevaplamaya çalıştı. Bazı kavramlar vardır ki kullanıldıklarında birçok farklı anlama gelmektedir. Olaya bu şekilde bakıldığında kavramların hiç de masum olmadığı görülecektir. Bu kavramlara örnek vermek gerekirse; planlama, kalkınma, reform vb.dir. Ollman konuşmasında Marksizmin ne olmadığına dair bazı maddeleri şu şekilde sıraladı:
  1. Marksizm ekonomik bir kalkınma mıdır?
  2. Marksizm ekonomik determinizm midir?
  3. Marksizm bütün ezme ve ezilme biçimlerine karşı mıdır?
  4. Marksizm ütopik bir düşüncenin bir biçimi midir?
  5. Marksizm sadece belli konuları (kadın sorunu, çalışma hayatı vb.) gündemine alacak bir bilim midir?
Bertell Ollman yukarıda sıralanan maddelere yüksek sesle “hayır” dedi. Yukarıda sıralanan maddelere “evet” diyen kesimlerin özellikle yanlış bir Marx okuması yaptığını belirtti. Yukarıda sıralanan maddeler gerçek olsaydı Marx’ın tamamlayamadığı Kapital’i kuşkusuz bir ekonomi kitabı olarak kabul edebilirdik. Kapital’i okuyanlar onun ekonomi kitabı olmadığını pek ala farkındadır. O zaman Marx’ın esas konusu nedir? Marx’ın temel mevzusu kapitalist toplumun hareket yasalarını ortaya koymaktı ve bunu büyük ölçüde başardı.

Kapitalist sistem bir süreç ve ilişki ağında düşünüldüğünde olgular birbirinden neden bağımsız görünür? Marx yaptığı çalışmaların büyük bir kısmında görüngülere değil gerçeğin daha derinlerde olduğu vurgusu bulunmaktadır. Ollman ise kapitalizmin görüntü ile gerçek arasındaki esrarlı perdeyi sürekli olarak sıkı tutmaya çalıştığını belirtti. Esrarlı perdenin ortadan kalkmaması için kapitalistler büyük bir çaba harcamaktadırlar. Kriz dönemlerinde görüngü ile gerçek arasında bulunan fark azalmaktadır. Bertell Ollman bu konuya şöyle bir örnek vererek “sular çekildiği zaman çıplak olanları görürsünüz” şeklinde özetledi. O halde yapılması gerekenin tarihsel bağlamından koparmadan kapitalizmin özgül parçalarını karşılıklı etkileşim içine sokarak kıvılcım çıkarmak gerektiğidir.

Diyalektik yöntem nedir? Diyalektik yöntemi öğrenmenin önemi nedir? Bertell Ollman olguların, olayların daha net anlaşılmasını sağlayan diyalektik yöntemi şu şekilde tanımladı: “Diyalektik yöntem; bir olayı açıklarken sınırların nasıl çizileceği birimlerin nasıl oluşturulacağı meselesini gündeme alır.” Marksizm bizi yöntemle (diyalektik) ve pratikle (sınıf mücadelesi) donatarak sürekli değişen topluma dair çıkarımlarımızın güncellenmesini sağlar ve böylelikle topluma başka bir dünyanın mümkün olduğu çabasına yardımcı olur. Marx kapitalist toplumun hareket yasalarını açıklamaya çalışırken soyutlamaya başvurmuştur. Marx’a göre soyutlamalar yapılmadan kavramaları açıklamak oldukça güçtür. Bertell Ollman’ a göre diyalektik yöntem olmadan dünyada yaşanan değişim ve dönüşümleri anlamak pek mümkün değildir.

Kapitalist üretim biçimin diğer üretim biçimlerinden temel farkı nedir? Marx Kapital’in 1.cildinde Özgürlük, Adalet, Eşitlik, Bentham! şeklinde bir ifade kullanır. Bu kavramları diyalektik bir bütünlük içerisinde tartıştığımızda kapitalist üretim biçiminin temel farkını ortaya koyma şansımız oldukça yüksektir. Burada dikkat edilmesi gereken temel nokta; “kapitalizm bir şey değil, bir süreçtir” bundan kaynaklı el aldığımız olguları da bu kapsamda değerlendirmek zorundayız.

Kapitalizmde “özgürlük” emek gücünü satma özgürlüğüdür. Olgun kapitalist sistemde hiç kimse silah zoru ile çalıştırılmaz. Herkes kendi emek gücünü dilediği kapitaliste satar. Pazar ilişkileri nasıl ki metaların değerlerini belirliyorsa, emek gücünün değeri de burada belirlenir. Yalnız burada bir ayrıntıyı gözden kaçırmamak gerekir işçi emek gücünü satmadığı zaman yaşama şansı yoktur. Bu noktaya dikkat ettiğimizde sloganda yer alan “Özgürlük” ifadesinin ne anlama geldiği daha net anlaşılacaktır. Kapitalist sistemde “adalet” sermaye birikiminin devamlılığını merkezine alır. “Eşitlik”; her işçinin üretim araçları karşısındaki konumudur. Kulağımıza oldukça hoş gelen kavramları üretim ilişkileri içerisinde düşündüğümüzde kendimizle çelişkiye düşeriz. Marx bu durumu şöyle ifade etmişti: “kapitalizmde her şey çelişkili gözükür ve gerçekten öyledir”. Özgürlük, Adalet, Eşitlik, Bentham! Bertell Ollman'a göre bu sloganın arkasındaki sır oldukça önemlidir.

Kapitalist sistemin diğer sistemlerden temel farkı artı değer sömürüsüdür. Çok kısa ifade etmek gerekirse bir işçinin belli bir iş günü sonrası harcadığı emek sayesinde oluşan değerin sadece bir kısmını elde etmesidir. Kapitalist üretim ilişkileri geliştikçe gerekli emek (işçinin emek gücünü yeniden üretebileceği miktar) ile artı emek (karşılığı ödenmemiş emek) arasındaki oransal farklılık sermayenin lehine olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken en temel nokta; kapitalist bölüşüm ilişkileri düşünüldüğünde işçilerin bizzat kendi ürettiklerinin toplamı içinden satın alabileceklerinin payının gittikçe azalmasıdır (Burada işçinin aldığı ücret üzerinden yorum yapmak doğru değildir. Önemli olan bir işçinin satın alabileceği miktar değil yarattığı değerden aldığı paydır).

Kapitalist sistemde üretimi açıklarken ne tür alt başlıklar kullanılmalıdır? Üretim tarzı açıklanırken; dağıtım, mübadele, ticaret, finans, tüketim gibi kavramların hem kendi başlarına hem de bir bütünün içinde birbirleriyle olan ilişkisi ortaya konulmalıdır. Böyle yapıldığı zaman üretim tarzı bilimsel bir şekilde açıklanmış olacaktır. Olgular arasındaki ilişkiyi anlamada bir diğer önemli temel unsur bulunmaktadır. Bu temel unsur olguların tarihsel kökenine bakmanın gerekliliğidir, böylece olguların maddi ön koşulları kavranabilir. Ollman’ın deyimiyle bugünden düne gitmek!

Devlet mekanizması sermaye birikim sürecinde nasıl bir yerde durmaktadır? Bertell Ollman’a göre devlet mekanizmasını bir baskı aracı olarak tanımlamak doğru ama yeterli bir tanımlama değildir. Ollman, kapitalist sistem geliştikçe devletin erkinin yeni rollere bürünmek zorunda olduğunu belirtti. 1980 sonrası dönemde devletin aldığı biçime baktığımızda sermaye ile yeni bir ilişki içerisine girmiştir. Aslında devletin görünen yüzü ile gerçek yüzü arasındaki esrarlı perde görece ortadan kalkmıştır. Yeni dönemde devletin sermaye ile bir bütünün parçası olduğu gerçeği daha net görünmektedir. Devletin görünen yüzüne baktığımızda karşımıza “kamu” olarak çıkmaktadır. Fakat kâr oranlarının düştüğü bir ortamda veya Ollman’ın deyimiyle “suların çekilmesiyle çıplak olanların daha net ortaya çıkacağı” durumda devlet erkinin sermaye birikimi açısından anlamı daha net anlaşılacaktır.

Teori ile pratik arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır? Bertell Ollman’ın konuşma başlıklarından bir diğeri ise strateji ile taktik arasındaki temel farklılıkları açıklamasıydı. Bu konuyu açıklarken Marx’ın kendi döneminden örnekler verdi. Bertell Ollman’a göre Marx daha çok strateji konuları üzerine çalıştı, taktik konusunda oldukça az çalışmasının olduğunu belirtti. Verdiği bir örnekte Marx’a Hollanda’dan gelen bir mektupta nasıl bir mücadele tarzı yürütecekleri sorusu sorulduğunu, Marx'ın bu konuda fikir belirtmenin zor olacağını, çünkü Hollanda'da yapılan mücadele konusunda bilgisinin az olduğunu ama yapılması gerekenin en temel sorunlar üzerinde durmak olduğunu belirtmiştir. Örneğin Karadeniz’de yapılacak mücadele HES mücadelesidir, Mersin’de Nükleer Santrale Hayır mücadelesi, İzmir’de Taşeronlaşmaya Hayır mücadelesi, İzmir Müzisyenler Derneği’nin Sigortasız Çalışmaya karşı mücadelesi, Ankara Dikmen Vadisi halkının Barınma Hakkı talebidir. Bu listenin farklılaşmasının temel nedenleri kapitalizmin eşitsiz gelişimi, her bölgenin farklı toplumsal yapısıdır…

2008 yılında yaşanan ve bugün etkileri devam eden kriz hakkında ne söylenebilir? Bertell Ollman yaşanan son krizin diğer krizlerden oldukça farklı olduğunu söyledi. Yaşanan krizin nedenini son birkaç yılda yaşanan değişim ve dönüşümlere bakılarak anlatmak mümkün değildir. Bundan kaynaklı Ollman her kriz gibi bu krizin de tarihsel bir süreç içinde diyalektik yöntem aracılığıyla açıklanabileceğini belirtti. Olgulara diyalektik bir ilişki kurulmadan bakıldığında krizin nedenleri ile sonuçları büyük ihtimalle yer değiştirmektedir. Bertell Ollman yaşanan birçok krizin eksik tüketim, aşırı üretim gibi görüngülerle ortaya çıktığını belirtti (her ne hikmetse salonda yer alan bazı arkadaşlar Ollman’ın yaşadığımız krizleri aşırı üretim ve eksik tüketim gibi nedenlere bağladığını anlamış). Marx’a göre gerçek ile görüngü aynı şey olsaydı bilime gerek kalmazdı. Bertell Ollman bu noktanın üzerinde durarak, ardından Marx’tan alıntı yaparak krizin nedenleri ile sonuçlarının birbirine karıştırıldığını belirtti (salondaki bazı arkadaşlarımız bu noktayı kaçırmış. Ollman Marx’ın kriz kuramı üzerine yaptığı çalışmasının yakın zamanda biteceğinin haberini verdi). Bertell Ollman ayrıca krizlerden kurtulmanın tek yolunun krizi yaratan nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğini belirtti (Ayrıntılı olarak özel mülkiyet mevzusu üzerinde durdu).

Kapitalizmin gelişmişlik açısından geldiği noktaya bakıldığında yaşadığımız krizden kurtulması neden mümkün değildir? (Günümüzde ekonominin konusu olmayan alanları düşündüğümde bu söylem bana oldukça iddialı geldi). Ollman bu sorusunu şu nedenlere bağladı;
  • Canlı emeğin oransal olarak üretim sürecindeki payının azalması, yedek işçi ordusunun büyümesi,
  • Otomasyon,
  • Bilgisayarlaşma,
  • E-ticaret,
  • Offshore (kıyı ötesileşme),
  • Out-sourcing (başka ülkelerde taşeronlaşma),
  • Değersizleşme,
Ollman, yukarıda tanımlanan nedenlerden kaynaklı olarak, gelinen noktada kapitalizmin kendi sonuna doğru büyük bir hızla yaklaştığını belirtti. Bundan dolayı yaşadığımız krizin nihai bir kriz olduğu, bu noktada Rosa Luxemburg’un “ya barbarlık, ya sosyalizm!” tespitine katıldığını belirtti.

Kapitalizmde planlı üretim yapılabilir mi? Ollman her kapitalistin kendi içinde planlı üretim yaptığını ama kapitalist sistem bir bütün olarak düşünüldüğünde planlı üretimin mümkün olmadığını belirtti. Bunun temel nedeni sermayenin içkin özelliği olan büyüme hırsının olmasıdır. Örneğin rekabet olgusunu tek başına ele aldığımızda bir kapitalistin kendi başına yaptığı planlamanın bütün içinde çok da bir anlamı bulunmamaktadır.

Krizin yarattığı olanaklar nedir? Ollman’a göre kriz dönemleri işçi sınıfının bilince varması, safların netleşmesi, muğlâk tanımların ortadan kalkması ve işçi sınıfı partilerinin kitleselleşmesine önemli katkılar sunduğunu belirtti. Tabi burada taktik ve stratejinin önemini unutmamak gerekir. Bertell Ollman’ a göre, iş aramak zorunda olan işini yitirme korkusuna sahip olan herkes işçi sınıfına dahildir.

Kapitalizm madem bu kadar kötü bir durumda alternatifini nasıl oluşturacağız? İşçi sınıfının kurtuluşu Marx’ın belirttiği gibi kendi eseri olacaktır. İşçi sınıfının partisi devrim için temel yapı taşıdır. Partinin kendisini işçi sınıfıyla ete kemiğe büründürmesi gerektiğini belirten Ollman bunun için parti kadrolarının Marksizm'i iyice kavraması gerektiğini sıkça vurguladı. Günümüzde işçi sınıfı partilerinde diyalektiğin yeterince anlaşılamamış olması nedeniyle partinin işçi sınıfı adına politika üretmekte son derece yetersiz kaldığını belirtti.

Kapitalist toplumda sosyalizm ve komünizm görüngülerini görmek mümkün müdür? Bertell Ollman’a göre gelişmiş kapitalist toplumda sosyalizm ve komünizm görüngüleri oldukça fazladır. Önemli olan bunu topluma anlatabilecek yol ve yöntemin oluşturulmasıdır. İşçi sınıfının önemli bir birikime sahip olduğunu vurgulayan Ollman aynı zamanda SSCB, Küba, Şili gibi deneyimlerinden ders çıkarmak gerektiğini belirtti. Ollman ayrıca 1917 Ekim Devrimi döneminde yaşasaydı Bolşevik Partisi’ne üye olacağını belirtti. Ollman bu konuda sol harekete yönelik “geçmişin deneyimlerini genelde olduğu gibi sahipleniyoruz, asıl önemli olan yanlış yapılan şeyleri söyleyerek deneyimi sahiplenmektir” şeklinde eleştiride bulundu. Ollman Diyalektiğin Dansı kitabında yapılması gerekeni şu şekilde ifade etmektedir: “Yaşamın herhangi bir alanında mevcut durumu korumaya yönelik bütün çabalar hüsranla sonuçlanmaya mahkûmdur”. Mevcut kazanımları korumanın tek yolu yeni mevziler elde etmektir.

Bertell Ollman konuşmasına J.P. Sartre’den bir alıntı ve bir hikâye anlatarak bitirdi. “İşçilerin kapitalizmde özgürlüğü yoktur. Tek özgürlükleri işçilerin kendi özgürlüklerini kazanma mücadelesidir ” (J. P. Sartre). Hikâyede ise bir rahip öğrencilerine cevabı evet veya hayır olacak şekilde bir soru soruyor. Öğrenciler verdikleri cevap ne olursa olsun karşılarındaki rahip kafalarına bir adet sopa indiriyor. Öğrencilerden bir tanesi dayanamayıp sopayı rahibin elinden kapıyor. Ollman, bu hikayeden yola çıkarak işçi sınıfının günümüzde yapması gerekenin sopayı eline almak olduğunu söylemiştir.

Bu notlar daha önce okuduğum “Diyalektiğin Dansı” kitabından aldığım notlar ile Bertell Ollman’ın yaptığı konuşma esnasında aldığım notların harmanlanmasıdır.

10 May 2013

Ekonomik Krizler Kuramı - Henryk Grossman

Yazar: Henryk Grossman
Yazılma: 1919
İlk Yayınlanma: 1922
Kaynak: Henryk Grossman ‘Ekonomik Krizler Kuramı’ Bulletin International de l’Académie Polonaise des Sciences et des Lettres. Classe de Philologie. Classe d’Histoire et de Philosophie. I Partie.Les Années 1919, 1920, 1922, Kraków, pp. 285-290;
Yazım/Biçimlendirme: Rick Kuhn, Steve Palmer;
Düzeltme: Steve Palmer;
Copyleft: Internet Archive (marxists.org) 2005. Bu belgenin kopyalanması ve/veya dağıtılması izni Creative Commons Lisansı koşulları altında verilmiştir.
Çeviri Kaynak:http://marxists.org/archive/grossman/1922/crises/index.htm
Çeviri: MEP Çeviri Kolektifi

Bu metin temel Marksist kavramlar için bazı alışılmadık terimler kullanmaktadır:

hausse = boom = canlanma
process of making pay = valorisation process = değerlenme süreci
process of work = labor process = emek süreci
super-production = surplus value = artı değer
super-production of tonnage = overproduction of tonnage = aşırı tonaj üretimi

Dr. HENRYK GROSSMAN: Teorja kryzysów gospodarczych (Ekonomik Krizler Kuramı)
16 Haziran 1919 tarihli buluşma

Kapitalist ekonomi mekanizmasında krizler, belirli değerde olan belirli miktardaki ( m ) malın bu mekanizmanın sınırları içerisinde satılamaması durumunda oluşur. Krizlere ilişkin sunulan mesele, krizleri koşullandıran etkenleri belirlemek ve özellikle krizlerin var olan ekonomik düzenin tam da doğasından mı kaynakladığının, veya önemsiz ve tesadüfi etkilerden mi kaynaklandığının aslını anlamaktan oluşuyor. Yüzyılı aşkın bir sonuçsuz tartışma süreci, sadece kuramsal düşüncelere dayandırıldığı içindir ki, problemin bir çok araştırmacısını tarihsel yöntemi denemeye teşvik etmiştir: kuramsal açıklamanın anahtarı deneyimin gerçekliğinin mümkün olduğunca ayrıntılandırılmış açıklamalarında aranmıştır. Bu eğilime karşıt olarak, bu satırların yazarı saf deneyciliğin –konuyla ilgisi olmayan deneyler- terkedilmesi ve mantıksal yapıların denenmesi gerektiği düşüncesindedir. Kütlelerin düşüşünü araştıran bir fizikçinin havanın tesadüfi ve dışsal etkilerini dışlama arzusu içinde kütlelerin boşluktaki düşüşünü yapay olarak yaratılmış koşullar altında incelediği gibi; krizlerin, incelenen ekonomik düzeneğin özünden mi kaynaklandığı sorusu da, bu düzeneği dış piyasaların karıştırıcı etkiler içeren düşüncelerinden bağımsız kıldığımız anda ve bu krizleri kendisi için varolmuş gibi, sanki boşluktaymışçasına incelediğimiz anda açıklanabilir. Yöntembilimsel düşüncelerin dışında, bu pozisyon ayrıca bir hipotezin sadece içsel özelliklerinin tarafsız bir analiziyle önerilir. Bu hipotez, kapitalist düzeneğin sınırları içerisinde yıllık üretimin toplam değerini satmanın imkansızlığını kurarken, kapitalist olmayan yabancı pazarların varlığını 'artı değer'in (m) gerçekleşmesi için vazgeçilmez bir koşul olarak görür. Yabancı pazarlar hipotezi kurgusal çözümlere yol açtığından, öncesinde m 'nin gerçekleşmesinin kapitalist düzenek içerisinde yer almaya bağlı olduğu varsayılmalıdır, ve daha ileri bir inceleme bu gerçekleşmenin olası olduğu koşulları saptamaya kalkışır. Ücretli emeğe dayalı bir ekonomik sistemdeki toplumsal üretimin kırılmış zinciri şematik olarak şu şekilde gösterilebilir: Üreticiler üretime yatırım yapar, yıl boyunca, c harfiyle gösterilebilen bir reel sermaye miktarı - üretimin araçları, binalar, ham maddeler vb. gibi - ve bu sermaye toplamına ek olarak v harfiyle gösterilebilen işçilerin ücret giderleri vardır ve böylece P = c + v + p yıllık üretimini elde ederler, burada p elde etmedikleri takdirde üretime devam etmeyecekleri ortalama kâr miktarını göstermektedir. Basitleştirmek adına, sermayenin bir yıllık üretim boyunca bütünüyle kullanıldığını ve gelecek yıldaki üretimin kesintiye uğramaması için yıllık olarak yenilenmesi gerektiğini kabul edelim. c = 4000, v = 1000, P = 6000 olduğunu kabul edersek p için 1000 elde ederiz. Yukarıdaki varsayıma göre kapitalist, P = 6000 değerinden, reel sermayenin ( c ) yenilenmesi için hesaptan 4000 düşmekle yükümlüdür, böylece kalan ortak gelir miktarı v = 1000 işçilerin elinde ve p = 1000 işverenlerin elinde olacak şekilde 2000'dir. Doğrudan geliri olan bu iki sınıfın dışında başka sınıfların olmadığını varsayıyoruz: avukatlar, doktorlar, sanatçılar, memurlar, vb. gibilerin gelirleri yukarıda belirtilen iki temel sınıfın herhangi birisinin gelirleri altında gruplanabilir. Eğer kapitalist p değerini tümüyle tüketirse, toplumsal üretim yıldan yıla aynı çizgi üzerinde devam edecektir, bu durumda biz doğrudan yeniden üretimle (çn. basit yeniden üretim) karşı karşıyayızdır. Fakat deneyimler bize yeniden üretimin büyüdüğünü göstermektedir, bunun anlamı üreticilerin p 'nin sadece bir parçasını tüketmesi durumunda (örneğin 600 birim tüketsin ve bu tüketilen miktarı k olarak adlandıralım, halbuki p kârının kalan kısmı 400 birimdir, ve bunu da birikimin katsayısı ( m ) olarak adlandıralım) gelinen nokta, üretim araçlarının genişletilmesi olarak hizmet eder. Deneyimler üretim ölçeğindeki genişlemenin periyodik sapmalar (pertübrasyonlar) şeklinde gerçekleştiğini göstermektedir. m olarak temsil edilen miktar pazarda müşteri bulduğu sürece ekonomik mekanizma bir canlanma periyodu içinde olur; bu periyodu, arta kalan m ’nin talep yetersizliğinden ötürü, üreticiler tarafından tüketilemediği zamanda aşağı yukarı düzenli aralıklarla durgunluk dönemleri izler. Diğer soru şudur: hangi şartlar altında m =400 gerçekleşmesi mümkündür ve bunu kim gerçekleştirir? İşçiler değil, çünkü onların satın alımları v =1000 şeklindeki gelirlerinin sınırları içerisinde hareket etmelidir. Kapitalistler değil, k =600 miktarıyla ifade ettiğimiz kapitalistlerin tüketim fonu halihazırda tükenmiştir. Ortak gelir v + p 2000 olduğunda, tüketimin ortak fonu v + k 1600 olur. O zaman kim kalan m 'yi gerçekleştirir? Sorun, gördüğümüz gibi, niceliğin biridir, ve birazdan göstereceğimiz gibi kimi kuramlar sorunu çözmeye yönelik sadece çaba göstermiştir. Tüketiciler olarak ne işçiler ne de işverenler - soyut toplumumuzda başka bir sınıf da yok - m 'nin alıcıları olamaz, bundan şu sonuç çıkar ki sadece üreticiler olarak işverenler alıcılar olabilir, bunun anlamı: artı-değer m üreticilerin kendileri tarafından üretim araçlarının genişletilmesi için kullanılmalıdır. Burada sorunun çekirdeğine ulaşmış bulunuyoruz. Bir kriz plansız birikimin sonucudur. Üretim araçlarında herhangi bir genişleme sadece, herhangi bir karışıklığa yol açmadan, birikime yönelik m katsayısının tam olarak şu tanımlı oranlara bölünmesi durumunda olabilir: 1) Ortak üretimin farklı dalları arasında (üretim araçları üretimi alanı, tüketim için mal üretimi alanı, vb.) 2) Her alt dal altında sermayenin c : v bileşen parçaları arasında. Üretici güçlerin orantılı dağıtımı kuramının başlangıcı J. B. Say'a dayanır, kendisi, gel gelelim , analizinin başlangıç noktası olarak bağımsız üreticilerin emeğine dayanan kapitalizm öncesi sistemi almaktadır, kapitalist krizleri açıklayamaz. Karl Marx bu fikrin kapitalist sistemde uygulamasının çözümlemesi için ilk olarak çalışandı, ancak çalışmasını bitiremedi. Doğru matematiksel biçim ancak , birikmiş sermayenin dağılımı olarak formülce verilen oranlar gözlendiğinde birikimin sonsuza kadar kriz olmadan süreklileşebileceğine dikkat çeken Otto Bauer (1913) ve Profesör Tugan Baranowsky (1901) tarafından formüle edilmiştir. Krizlere, aslına bakarsak, formül tarafından talep edilen oranları gözlemlemek için hiç kimsenin dert edinmediği durumlar neden olmuştur. Bununla birlikte fiyatlardaki ve ücretlerdeki dalgalanmalar nedeniyle, bozulmuş dengenin otomatik olarak yeniden tesis edilişi ve üretim araçlarının teori tarafından zorunlu kılınan oranlara göre yeniden düzenlenmesi ardıl olarak gerçekleşir, çünkü sırasıyla yüksek ücretler ve düşük fiyatlar yüzünden kapitalist kâr azalır ve birikimin hızı yavaşlar, bu durum üretim araçlarının kısıtlanmasına neden olur. Buna karşın düşük ücretler veya yüksek fiyatlar olduğu zaman, üreticinin kârı büyür ve bununla birlikte üretim araçları da büyür. Bu noktada kabul gören öğretinin düşünceler zinciri kırılır. Herkner daha 1892 yılında sözde 'ücretler yasası'nın aldatmaya eğimli bir düzenleyici olduğunu vurgulamıştı. Aslında, burada tartışılan otomatik düzenleme teorisinin gerçek dayanağı deneyimlerle uyumlu değildir. Tröstler tarafından uygulanan üretim politikası bize talep ve fiyatlardaki bir artışın, üretim araçlarını geliştirmekten ziyade kısıtlayacağını öğretir, eğer fiyatlardaki bir artış tröstler için daha yüksek kârları güvence altına alıyorsa bunu genişletilmiş üretimle sağlayacaklardır. Koşullar, fiyatların düşmesi durumunda benzerdir. Üretim araçlarındaki bozulmuş oranın otomatik olarak yeniden tesisi sorunu yoktur. Almanya'da aşırı tonaj üretimi, krizleri açığa çıkarmış ve tarifelerin 1892-1895 döneminde ve 1909'da tekrar düşürülmesi tonaj üretiminde herhangi bir kısıtlamaya yol açmamış, ancak, aksine, genişlemesine yol açmıştır, çünkü yeni daha büyük türdeki gemilerin üretilmesine karar verilmiştir. Düşük tarifeler e rağmen bu yeni gemiler, kendi ekonomik yapımlarına borçlu olarak, kârlı çalışmışlardır. Yeni türde gemilerin ortaya çıkması eskilerin değer yitirmesine neden olmuştur: eskilerin sahipleri iflas etmiş, kârlı çalışamamışlardır. Fakat yeni alıcılar bu gemileri oldukça ucuza satın almış, değerlenme için yeni bir temel elde etmişlerdir. Şimdi eski gemiler bile çalışırken kâr ediyor. Sonuç şudur: 'aşırı tonaj üretimi'ne karşın, yeni gemiler yapılmıştır. Üretimin araçları, kısıtlanmak yerine, genişlemiştir. Kriz, yine de, geçmiştir! Kısıtlanan şudur - gemilerin değeri. Kriz, bu durumda, üretimin gerçek araçlarının bir kısıtlaması değil, ama fiyatlar ve değerler için geçerliliği kabul edilmiş sistemdeki bir arızadır, ve onun yeni bir düzeyde tekrar örgütlenmesidir.

Yukarıdaki örnek kesin olarak göstermektedir ki, incelediğimiz problemde bu ekonomik olgunun iki yanını ayırt etmeliyiz: değer ve değer için fiziksel temel. Ve şimdi incelememizi kabul edilen öğretinin durakladığı noktaya taşıyabiliriz. Sermayenin birikiminde sadece belirli bir oran gözlendiğinde krizler imkansızdır savı ileri sürülüp, matematiksel kesinlikle kanıtlanabilirse, bu tür bir akıl yürütmeye itiraz edilemez. Ama şunu sorabiliriz: oran denilen, birikmiş sermayenin dağıtımında gözlemlenmesi gerekli olan şey nedir? Sermayenin oransal dağılımı değeriyle mi, yoksa gerçek kütlesinin niceliğiyle mi ölçülmektedir? Örneğin, bu gemilerin değeri midir yoksa tonaj büyüklükleri midir? Bu soru, üretici güçlerin oransal dağılımı problemi için oldukça önemlidir ve şimdiye değin hiç ortaya konulmamıştır. Kapitalist yeniden üretim süreci, öyle görünüyor ki, her iki türde oranı talep ediyor. Değer ile ölçülen sermayenin dağılımındaki belirli bir oran, değer yaratma süreci (üretimin sonundaki ve başındaki değerdeki farklılıktan elde edilen kâr sağlama süreci) olarak kapitalist üretim süreci içerisinde kaçınılmazdır. Ancak üretim süreci aynı zamanda teknik bir emek gücü sürecidir. Emek sürecinde etkin olan değer değildir, etkin olan her bir belirli çalışma dalının (el emeği, makinelerin kullanımı, vb.) teknik gelişimine bağlı olarak birbirleriyle kesin surette teknik ilişkiler içerisinde olan üretimin gerçek ve kişisel etkenleridir. Sadece iki oran da, yani değerlenme sürecindeki sermaye oranı ve teknik emek gücü sürecindeki sermaye oranı, birbirlerinin karşılığı olsaydı, bir başka deyişle aynı hatlarda ilerliyor olsalardı, krizler imkansız olacaktı. Ama gördüğümüz üzere bu böyle değil. Değerlenme sürecindeki sermaye birikimi hareketlerinin büyüklüğü (değer ile ölçülmektedir), emek sürecindeki sermaye birikimi hareketlerinin büyüklüğünden (üretim araçlarının gerçek kütlesiyle ölçülmektedir) farklıdır. İki büyüklük birbiriyle karşılaşıyor. İki hareket arasındaki anlaşma sadece rastlantısal olabilir, ve orantısızlıkları, incelenen ekonomik düzende sürekli ve kaçınılmaz bir görüngüdür, bu orantısızlık ekonomik düzenin özündeki çifte karakterden (bir tarafta değerlenme süreci, diğer tarafta emek süreci olan) kaynaklanmaktadır. Bir tarafta işverenlerin iflası, diğer tarafta işçi kitlelerinin işsizliği sadece bunalım dönemlerinde değil, ayrıca ekonomik yaşamımızın sürekli bir semptomu olarak tamamen gelişmiş bütün aşamalarda da karşımıza çıkar. Aksine, en büyük bunalım dönemlerinde bile birikim süreci, genişleme, hiç durmaz. Bunalım dönemini bir hausse (canlanma)'dan ayıran nitelik değil, sadece niceliktir, bozulma görüngüsünün daha yoğun olmasıdır. Bu yoğunlaşmanın dönemsel oluşunun nedeni, bu bozulmanın uzun bir zaman dönemine eşit dağılmayışının ve fakat belirli zamanlarda önceki döngülerden daha geniş döngüleri kapsamasının nedeni ise ekonomik krizlerin incelenmesinde ikincil bir problemdir.