23 Haz 2013

Türkiye: Ağaçlardan Ormanı Görememek / Michael Roberts

TÜRKİYE:AĞAÇLARDAN ORMANI GÖREMEMEK
Michael Roberts, 3 Haziran 2013

Türkiye'de geçtiğimiz hafta boyunca yaşanan protesto patlaması hükümetin, içerisinde başka bir cami daha içeren başka bir AVM daha ile parkı değiştirme, laik Atatürk Kültür Merkezi'ni yıkıp yerine Osmanlı dönemi askeri bir kışlayı tekrar inşa etme planı kapsamında Gezi parkındaki ağaçların kesilmesini insanların engellemeye çalışmasıyla başlamıştı. Bu tarihsel bir rastlantı değildi, yeşil alanların gelişmeye feda edilmesine Türklerin geniş bir kesimi tarafından (işçi sınıfı ve orta sınıf) karşı çıkılıyordu. OECD'ye göre Türklerin %33'ü yeşil alanlardan yoksun olduğunu düşünüyor ki bu OECD Avrupa ülkelerindeki ortalama %12'den daha da yüksek olan bölgedeki en yüksek tatminsizlik seviyesidir.

Yöneten AK parti ile yerli ve yabancı sermayeyi ilgilendirdiği kadarıyla Türkiye kapitalizmi gelişiyordu ve ağaçlar da dahil olmak üzere bunun önünde hiç bir şey durmamalıydı. Türkiye OECD'nin zenginler kulübünün basamaklarını çıkmak istiyor ve hala on yılın sonunda Avrupa Birliği'ne girebilmek için uğraşıyor. Aynı zamanda, hükümet despot bir şekilde, bu kapitalist genişleme üzerine, İran tarzındaki alkol kullanımı, dini gerekleri yerine getirme, giyinme üzerine katı kurallar koyma ve kadınları boyunduruk altına alma şeklindeki İslami türdeki devlet üst yapısını dayatmaya çalışıyor. Bugüne kadar AK parti çok başarılıydı, seçimleri ardı ardına kazanıyordu, Atatürk'ün önceki laik ordusunu küçültüyordu ve yozlaşmış orta sınıf partilerinin laik muhalefetini dağıtıyordu. AK Parti bu çabasında 10 yıldan biraz daha fazla bir zamandır kendisine taban haline getirdiği şehirlerin büyük kent yoksullarının desteğini aldı. Fakat elbette, bu tartışmasız gücü edinerek, şimdi büyük iş dünyası ve yabancı sermaye (zaman zaman yaşanan sürtüşmelere rağmen) için bir araç haline geldi. Hükümet gittikçe daha fazla kendisini, bölgedeki çeşitli çatışmalara müdahale edebilmesi mümkün ve bu konuda istekli olan bölgesel bir güç olarak görüyor: İran, Filistin ve yakın geçmişte Suriye.

Yüzeyde görünen odur ki Türkiye sermayesi büyük problemlerle karşılaşmadan büyümektedir. Ve kentlere yoksul kırsal alanlardan gelen emek gücünü sömürmek üzere (kapitalist gelişmenin klasik kaynağı) yabancı sermayenin ülkeye akışıyla ekonomik büyümenin son yıllarda hızlandığı da doğrudur. Fakat bu belirgin ekonomik başarı, zayıf bir kapitalizmin güçsüz ve genç ayakları üzerine kurulmuştur ve yolsuzluklar, dini geri kalmışlık, insan hakları ve yasaların yetersizliği tarafından aşağıya çekilmektedir. IMF'ye göre, Gini katsayısı ile ölçülen gelir dağılımının eşitsizliği 40 civarındadır, bu gelişmiş kapitalist ekonomilerin en eşitsiz olanı ABD'den daha yüksek ve gelişen Avrupa'da, Rusya'nın dışında, en yükseğidir.

Türkiye'nin, Sınır Tanımayan Gazeteciler Basın Özgürlüğü Sıralamasında 154. sırada olması bir sürpriz değildir. Türkiye sadece “gazeteciler için şu anki dünyanın en büyük hapishanesi” değil aynı zamanda medya patronlarının hükümetin baskısıyla gazetecileri işten kovduğu bir ülkedir. Ve refah göreceli bir şeydir, ve elbette herkes için değildir. 15-64 yaş arasındaki çalışabilir nüfusun %48'i ücretli bir işe sahiptir ki bu OECD ortalaması olan %66'dan daha düşüktür ve OECD içindeki en düşük orandır. Türkiye'de insanlar yılda 1877 saat çalışmaktadır, bu değer de OECD ortalaması olan 1766 saatten yüksektir. Bununla birlikte Türkiye'de çalışanların %46'sı çok uzun saatler boyunca çalışmaktadır, bu oran ortalamanın %9 olduğu OECD içerisindeki en büyük orandır.

İnsanların yaklaşık %67'si var olan barınma durumundan memnun olduğunu söylemektedir, bu oran OECD ortalaması olan %87'den oldukça düşüktür ve OECD ülkeleri arasında en düşük düzeydir. Türkiye'de, ortalama bir ev kişi başına 0.9 oda barındırır, bu oran OECD ortalaması olan kişi başına 1.6 odadan daha düşük ve OECD içerisinde en düşük oranlardan biridir. Temel olanaklar bağlamında Türkiye'de insanların %87.3'ü konut içinde sifonlu tuvalet özel erişimine sahip konutlarda yaşamaktadır, bu oran OECD ortalaması olan %97.8'den düşüktür, OECD ülkeleri arasındaki en düşük orandır.

En başarılı okul sistemleri bütün öğrencilere yüksek kalitede eğitim sağlayabilenlerdir. Türkiye'de, en yüksek sosyo-ekonomik katmanın %20'si ile en düşük sosyo-ekonomik katmanın %20'si arasındaki sonuçlardaki ortalama fark, 106 puandır, bu OECD ortalaması olan 99 puandan yüksektir. Bunun anlamı Türkiye'deki okul sisteminin çoğunlukla daha varlıklı olanlar için daha kaliteli eğitim sağladığıdır.

Türkiye'nin toplam sağlık harcaması GSYİH'in %6.1'dir, OECD ülkeleri içerisindeki %9.5 ortalamadan üç puan daha azdır. 2008'de 913$ ile Türkiye'nin kişi başına sağlık harcaması da OECD'nin en düşüğüdür, OECD ortalaması 3268$'dır. Türkiye'de insanların sadece %61'i suyun kalitesinden memnun olduklarını söylemektedir. Bu sayı OECD'nin en düşüğüdür, ki ortalama tatmin düzeyi %84'tür, bu bize Türkiye'nin sakinlerine iyi kalitede su sağlamakta zorluklarla karşılaştığını göstermektedir.

Büyük Durgunluk Türkiye kapitalizmini de başka yerlerdeki kadar sert vurdu. Hükümetin buna yanıtı (IMF tavsiyesine karşın) yurtiçi talebi beslemek için muazzam kredi canlanmasını serbest bırakmak olmuştur. Bu enflasyon oranını çift hanelere çıkarmış ve 2011 yılının cari işlem açığını GSYİH'in %10'una (dolar bakımından dünyanın en büyük ikincisi) genişletmiştir, bu da Türkiye'yi, küresel belirsizliğin devam ettiği zamanlarda sermaye akışının tersine dönme risklerine açık hale getirmiştir. Dışsal finansman gereksinimleri GSYİH'in %25'i kadardır, böylece Türk bankaları kısa vadeli yabancı borçlanmaya bel bağlamaktadır. Türkiye tarım ekonomisinden hizmetler ekonomisine 20 yıllık bir süre içerisinde sıçramıştır ve durgunluk imalat temelini zayıflatmıştır. Eczacıbaşı ve Zorlu gibi gruplar son bir kaç yılda, ana faaliyet alanlarında yatırım yapmak yerine devasa alışveriş merkezleri kurmayı tercih etmiştir.

Son iki yılda, ekonomi, yurtiçi taleplerin zayıflamasının etkisiyle yavaşladı. Türkiye yabancı sermaye akışının yaratabileceği canlanma-düşüş döngülerine meyilli kalmaya devam etmektedir. Küresel emperyalizmin sağlığı Türkiye'nin kendi büyümesinde hala ağır basan etkendir. Ulusal tasarruflar son 15 yılda çarpıcı bir şekilde düşmüştür, 1990'ların sonunda GSYİH'in %25'i iken şimdi %15'den daha düşüktür. Bu azalma bu dönem boyunca herhangi bir G-20 ülkesinden daha büyük olmuştur ve yeni gelişen ekonomilerin deneyimlerine katı bir karşıtlık şeklinde durmaktadır. Bu yüzden Türkiye, pazarlanabilir sektöre daha fazla doğrudan yabancı yatırım (DYY) çekebilmek için kendi emek gücünü rekabet edebilir yapmaya mecburdur. GSYİH'in %2'si civarında olan DYY girişleri hala G-20 EM (“Emerging Markets”, Gelişen Pazarlar) ortalamasının altındadır, bu akışların çoğu da üretken olmayan bankacılık, emlak gibi sektörlere doğrudur.

2003 ve 2011 arasında, reel yıllık GSYİH büyümesi ortalaması %5.3'tü, ancak işsizlik oranları çift haneli kalmaya devam etti, böylece sömürülecek yedek bir ordu yaratıldı. Diğer ülkelerle ticaret ve gelir açığı ortalama olarak GSYİH'in %5'inden üstündeydi. Ancak bunlar Türk kapitalizminin iyi yıllarıydı. Ekonomik büyümenin içinde olduğumuz on yıllık sürenin kalanında yavaşlaması, yılda en fazla %4 olması ve hatta altına düşmesi, dış açığın da GSYİH'in %7.5'ine genişlemesi bekleniyor. Son on yıldaki canlanma kısmen emlak, kredi ve hizmetler ve inşaat sektörlerine dayanmaktaydı, gittikçe azalan bir şekilde de üretim, ihracat ve yatırıma.

Bunun nedeni Türk sermayesinin kârlılığının, emek gücünün genişlemesinin yavaşlamaya başlamasıyla gerilemesidir. Bu gerileme 1990'lı yıllarda görünürdü. AKP'nin kurulduktan hemen bir yıl sonraki 2002 seçimlerini dev şirketlerin desteğiyle ezici bir şekilde kazanması bir kaza değildi. AKP altında, kârlılık çarpıcı bir toparlanma yaşadı (her ne kadar kısmen üretken olmayan yatırıma dayansa da). Büyük durgunluk yeni bir tersine dönmeyi ortaya çıkardı ve bu defa kârlılıktaki toparlanma duraksadı. 2010 başında kârlılık önceki tepe noktasına toparlanmış olsa da, o zamandan beri bir düşüşte ve Büyük Durgunluktan önceki tepenin hala altında.

(Grafik yıllara göre Türkiye'nin kâr oranı yüzdesini göstermektedir)

Türk kapitalizminin ormanlarındaki yeşil sürgünler hiç de sağlıklı değiller, öyle ki hükümet ağaçları yerinden sökmeye devam edemeyecektir.



MEP Notu: Bu yazıdaki veriler için OECD istatistikleri ve IMF ülke raporu gibi çeşitli kaynaklar kullanılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder